http://www.1v1y.com

31 Aralık 2011 Cumartesi

Heppi NevYiır Nation!

Dükkkân daha yeni… Çok bir şeyimiz yok yani içinde. Açılış malı bile alamadan atladık  deryaya… “Derya ne?” mi? Hoppala! Ya hani çirkince bir kız vardı ya kendini,  “Yalan Rüzgârının” akıllısı sanan? İşte o! Şimdi çaktı köfteyi? Yok ya saçmalamayın! Bir de babalık davası yemeyelim, şimdi.

Derya başka şey oğlum! Senin anlayacağın, “deniz” gibi bir şey… Hani içine  “Ahohork, gohohork!” diye kahkoho atarak atladığın, böyle balina gibi suyunu foşurdatmazsan  şöhret olamayacağını sandığın, şu, rengi  boksuz sahillerde maviye çalan, tuzlu, büyük su birikintisi var ya… Tamam be oğlum, senin kahraman mezrandaki göletlerden az daha büyük.. Ahan da işte o!

Diyordum ya blog iki memlekette çok seviliyor diye…  Onlardan biri de Alamanya.  Almanya’dan sadık okurumuzu Hans Köninger, gecenin bir yarısı uyanıp karısı Helga Yenge’den çay istemiş, bunun üzerine yeng’anım “ Hans! Gözü kör olmayasaıca! Gecenin bir âlemi çay mı içilir, güzelim Münih biramız dururken… Bak Yurgen Enişte ne güzle iki fıçı yollamış köyden, onu niye içmiyorsun yahu?” demiş…
O da “Yahu ne yapayım? Türkiye’den manyağın biri komilik komilik şeyler yazıyor, çok gülüyorum, okuyunca pek güzle uyuyorum. Ayrıca cildimi de gençleştiriyor…”

Alman komiklerinin köküne kıran mı girdi herif? Ay bir  elin komiği kaldıydı eve taşımadığımız yani!”
Bunun üzerine  Hans Abi , bizim blogu yeng’anıma okumuş. Artık kaça okuttuğunu, o bilir. Yenge bakmış, bakmış, bakmış…  “Bu mudur?”  demiş. O da “Daha ne olsun?” demiş. Bunun üzerine mahalledeki biracılar arasında da  bizim reklamımız yapar olmuş. İnşaattan falan ne kadar arkadaşı  varsa  tükândan bahsetmiş. Olay bu!
Yoksa bizim Kreuzberg’teki Türk Pazarı’nda  parşömen, broşür, nohutlu pilav, kömür, bulgur, buzdolabı falan dağıttığımız yok!

Neyse ya.. Bu gün de bizim motorun istiap haddi tıkandı. “İstiap” deyince sevgili “hububat nation”, senin de  idrak kanallarının tıkandığının farkındayım da ne yapayım? Şimdilerde “Men dak duk, dön backine iyi look!” modası var ya..

Çok kültürlüyüz biz canım! Zaten komşum İngiliz,  bakkalım Fransız!  Her tükânda ayrı dil konuşuyoruz. Ellişer kelime neyimize yetmiyor? Sokağın başında  Belçika bölgesi var, oradan geçerken “Ya Vohl!” diyorum, oranın bekçisi Flamanmış, meğersem… İşte böyle benim sevgili kömürobur karbonifer  milletim! Çok seviyom ben sizi. Şimdi tarkmayan, bi şeyler dinleyelim bakalım.. Mı? Ne diyonuz?
Heppi christmas nation! Obbbaaa! Takkenin üstüne bir kırmızı külah, oldu sana kültürel çokulculuk be oğlum! Üzüm yiyip sarhoş olursun, sen nasıl olsa…


Kutluyoz beah!

-Yılbaşını nerde kutlayacaksın?
-Tabii ki Taksim'de , kopcazzzzz...
-Vayyyy, çok havalı!
Her kes Beyoğlu'na...Fortçular bizi bekler, sonra bakarsın habercilere yakalanırız, meşhur oluruz...
Suç tabii ki bizim değil, hırsızın da suçu var...Onlar için de 2800 polis görevlendirilmiş...Ohhhh bir kez "Polis, imdat" demeye bakar. Anında simitçi, ya da kokoreççi kılığında koşar yetişir. Belki kestaneci kılığında olan gelir imdadımıza... Şeyyy...Ya da ben bu konuyu bir daha düşüneyim...Kestane satanlara kestaneci mi denir?

30 Aralık 2011 Cuma

Kamçatka’da Derdim Yeşil Hıyarı

Rusya'dan sadık bir okurumuz yollamış, sağ olsun.

Blogu iki ülke severek izliyor, anlaşılan… Bunlardan biri Rusya, diğeri Almanya.
Mesele Rhen-Westfalia eyaletinden Herman Brunel, bizden bir türkü istemiş. Vladivostok’tan Yuri Medikov ise bir fıkra anlatmamızı istiyor. İstekleri kırmıyor ve hemen yayına alıyoruz…

“Sırada Muharrem Ertaş’tan “Avşar Beyleri” ve Hasan Pulur’dan “Carlo” var… “ diyorum, hipotalamik RAM çalışmanız anında arıza veriyor, biliyorum. Sıkılmayın canlarım, hemen  düzeltirim. Tarkan Bey’in kolay yenen, içilen mucizevi şarkılarından birini  armağan ettik miydi ooooh! Şinanay da yavrum şina şinanay! O bile eskidi beah! Yirmi üç yıllık şarkıdır!
Rusya’dan bakan abim harbiden Valdivostok’ta görevliymiş, meselâ… Kuzeyde soğuktan titrerken bloga bakıp bakıp gülüyormuş. “Gene ne yazmış bizim hergele?” diyerekten, meselâ…

“Mihail!”
“Ne var Yuri Abi?”
“N’ayyır len? “
“Plastomer jeneratörünün uranyum selektörü meme yapmış, onu düzeltiyordum, ne var ıdı da?”
“Gel lan bizim blogcu gene bir şeyler yazmış! Çok komik adam lan!”
“Yox ya? Gorüyon mu bak? Eyi bari, şunu düzletivırım, geliyom. Çay var mıydı?”
“Goyuyom, çabuk gel!”
“Nasıl ya? Ayıp oluyor abi!”
“Çayını diyom lan! Tez ol! “

Evvelki akşam birer sahte parfüm aldık. Tabii insan ne beklentilerle gidiyor parfümcüye… Maksat dağda, taşta mahsur kalırsak kötü kokmayalım. Ama abicim, yani p ne kokular? Cami önünde misk satan ağabeylerin kokuları bile daha doğal be yahu!

Şimdi parfüm ne, Vladivostok ne? Di  mi?
Misal.. Yuri Abi ( İş bu akit metninde bundan sonra taraflar “Blogcu” ve Yuri Abi” olarak anılacaktır. Akdin feshi, veya ihlali halinde yetkili, Kamçatka mahkemeleri olup sözleşme feshinin ispatlanması haline  ödenecek tazminata, bu tazmiantların ahze kabzine, delil-i miüşahhasın nakl-i müveccihine vs.. Kamçatka yedd-i emin ve icra müdürlükleri yetkilidir. Ne diyom ben ya?) ki kendisi sevdiğimiz bir deniz subayı ve votka içicisidir, diyelim bir yaz Londra’ya  gidiyor. 
Hanım, burada parfümler daha ucuz şerefsizim. Gümrük neyin yok ya?” diyor. Katyuşa Yenge’de ağzının ortasına bi tane çakaraktan “Terbiyeli ol ayı!” diyor. Yuri Abi parfümü alıyor, geliyor. Geliyor da   Yuri Abi parfümü pencerenin kenarında unutuyor.

Ondan sonraki günler parfümü “çubuk deodorant” olarak  kullanıyor. Hal böyle olunca bizim fakirhaneye girmeyince kafayı rahatlatamıyor.

Rusya deyince akla ilk ne gelir? Hayır "ayı" değil! Ondan burada da bolca var. Kafası  tarkmaktan tarka  tarka takran milletim  benim :) TATU geliyor şimdi.. :)


28 Aralık 2011 Çarşamba

Çay Ve Ossuruk Adası

Demli çay içince iki, üç şey oluyor, baştan söyleyeyim… Ondan sonra, demedi demeyin!
Bir, insanın acayip çişi gelir.
İkincisi acayip gazı olur!

Üçüncüsü pek fena kabız olur.

Burada “kabız” kelimesinin” “kabız” veya” K3abız “şkelinde yazıldığına dair rivayetler vardır. Mesele şu: “Kaabız”, “katil” gibi bir kelimedir. Yani, “kabızlık yapana”, “kabız” 59471999999970, denir. Cinayet işleyene “kaatil” dendiği gibi.58/266049 At8594352, “Bunlar ne be?” derseniz, onlar bizim oğlanın bloga katkıları.

Katkı yapmak!” diye bir deyim uydurdular.. “Yardım etmek” değil, “kolaylaştırmak” değil.. ne bu abi? Neyin katkısı? Gıda maddelerinde her katkı maddesine sövüyorsunuz abi, ne ayak?
“Sürece katkı yapmak..” yani? Hangi süreç abi bu? “Süreç”, kötüye gidişse, ne yapacağız bey abicim? Hiç düşündün mü?
Ay gene politik kokuyor burasııı! Iğğğ! Haytta sevmem! Ne dediydik? Evet demli çay çok fena osuruk yapar. “Ossuruğun” iki “s” ile yazılması taraftarıyım, şahsen. Hem yeterine abartabilmek açısından hemi de hoşuma gittiğinden. Ayrıca ossuruk fevkalâde rahatlatıcıdır. Bana kalırsa insanlar rahatça osurabilseler sigara bağımlılığından kurtulurlar.

 Bir de meselâ yanlarında osuruk depolama tanklı olsa… Gerçi tankı nereye, nasıl takacağımız ciddi sorun olurdu ama.. Artık o da o kadar önemli değil…Şöyle bolundan, “Hatları belli etmeyen güzel bir kıyafet”, inceden edepli bir bıyık, varsa iyisinden bir takke falan olduktan sonra, değil osuruğumuzu, bokumuzu bile feda ederiz beah!

Neye mi yarayacak? Yahu bir kere, illâ birilerinin işine yarar! Kömür alamayana, eşarp alamayana, pardösü alamayana, takke alamayana nasıl yardım ediyorsak doğalgaz alamayana da en doğalından gaz vermiş oluruz.
Garanti, cennet adisyonunda görünür, Allah, borcunu unutacak değil ya? Şöyle edilen hizmetin metreküp birim fiyatıyla karşılığı herhalde iyi olur? Hele TÜFE’ye bağlı şekilde  badem ağabeyli belediyelerin birim fiyatları üzerinden, oy oy yo! Yeme de yanında yat! Hatta yiyerek de yanında yatabilirsin, çünkü muhtemelen adam başı üç yüz elli huri felan eder…
Ossuruğun faydaları bununla kalmaz. Ama onu da başka yazıya bırakalım. Öyle her nasihati, bir çırpıda edersek bizde ne kalır?
123
3
0+55555555555555874188888888888888888888 Yalnız bu son katkıları okuyup da şifre falan zannedecek hergeleye nasihatim, önce ossur, sonra bak… Kasma ki bir tarafındaki komplo bezleri şişmesin… Tarkmayan, sarkmayan bir şeyler dinlemeyeli uzun zaman oldu di mi? Dinleyin bakalım hububat bağımlısı hipotalamik milletim benim!
Not: Sonradan fark ettim bu ikinci ossuruk yazısı olmuş ama bu konu önemli! Hayatî!








21 Aralık 2011 Çarşamba

Gecenin Üç Âlemi!

Gecenin bir âlemi...
Güne bakış yapalım, dedim. Sherlock Holmes'ün ikinci filmine gittik. Güzel bir film seyrettik. Salon epey doluydu.
Gazoz içmedik, üstümüzde son moda kıyafetlerimizle  magazin dünyasına cumburlop atladık.

Dönüşte "Raise Of nations"  oynandı. Allah'tan zafer kazandık.
Hava yağmurluydu.

Bu gece kırık bir kafam yok.. Yazmasam mı ne? Yalnzıca şunu söylemek istiyorum: Benim bodik midir, gotik midir nedir o köfteyle hiç bir arkadaşlığım yok! Kendisiyle bir kere görüştük ama şartlarda anlaşamadık. Bunun dışındaki görüşlere itibar etmeyiniz!

Yılların et döneriyle aramızda gelişmiş köklü komşuluk ilişkilerimizi yıpratmaya yönelik hiç bir hareket cevapsız kalmayacaktır! Döner  toplumunun haklı demokrasi ve  dozerlik mücadelesinde yanında, yanı başında ve hatta ortasındayız!

Alışveriş merkezlerinde herhalde en çok kazananlar lokantacılar. Lokantacı denince akla kurucu, pilavcı şeker amcalar gelirdi. Şimdilerde o da  rafine ve endüstriyel bir hal aldı. Bir köftenin, hele dönerin üretiminin montaj bandında yapılmasına hayret ediyoruz! Hemen mikrofonlarımızı yetkili bakana çeviriyoruz.

" Efendim devletin döner üretimindeki düzensizlikleri önlemesi konusunda ne düşünüyorsunuz?"
"Herkes kafasına göre döner yapabilir mi?  Bu memlekette döneri döndüren bizi! Bizden  öne döner de yoktu, möner de! Kıymalıyı bizim partimizin icat ettiğini zaten daha önce söylemiştim, değil mi?
"Söylemiştiniz efendim."
"İyi! Döner üretimine standart getireceğiz! Döner üretmek isteyenler önce bizim cukkoşka gruplarından et alacak, sonra "Helal Adanalı Celal!" belgesi alıp ondan sonra   bizim emrettiğimiz miktarlarda eşit üretim yapacak!"


Iğğğ! Ulan ne ciddi olduk be! Leş gibi de politik koktu blog iyi mi? Bu ciddiyet benim okurlarımı bozar. Hayır ya! Asıl okumayanlarımı bozar. Ulan zaten okumayanların haberi yok ki? Okuyanlar da gereksiz polikomikliklerle saplanmasın bari!
Neyse bu gece de uykum geldi! İnanılmaz ama gerçek! Bu gece size şarkı markı yok! zaten dinlemiyorsunuz, doğru dürüst! Arada geçerken bir yorum atmaz mı insan beah!

Küstüm işte! Öyle bir şarkı vardı değil mi yahu?

19 Aralık 2011 Pazartesi

Kıymalı Pidenin Esrarı

Kıymalı pide söylemek lazım ki  tasavvufla yakınlaşalım. Herkes iyi bilir ki kıymalı pide kültürünün temeli Hz. Mevlâna’ya dayanır.
Nerede bir kıymalı görsen orada bir semazen dönüyor olacak! Ayranı da yanında!

Aslında kıymalı pide bizim devrimizin icadıdır! Onu halkla barıştıran biziz! Bizden önce kıymalı pideler sema etmezdi! Kıymalı pidelere bizden önce  edilen eziyetler çoktu!
Semâyı dört harfli bir kadın adı olmaktan çıkardık! Mevlâna’ya dönmeyi biz öğrettik ama öğrenemedi bir türlü!
Aslında  Mevlâna’ya da gıcığız ya neyse… Ne o öyle beyaz etekli şeylerle dönmek mönmek? Karı mısınız siz kardeşim?
Aslında Mevlâna’ya pideyi de biz öğrettik. Katsayıyı kaldırdık, böylece herkesin, her kesimin kıymalı pide yemesini sağladık!
Kıyma da bizim icadımızdır! Fırını da biz bulduk! Bizden önce fırın mırın yoktu!

Bazen insanın içi geçer ya… Hani bir kır düğününde gelini kaçırmak istersin. Hani gelinin akrabaları değil ama damadın akrabaları, molozdan hallice adamlardır.
Hani bazen metroda uykun gelir, uyuyamazsın. Hayalden hayale savrulur,  durulamazsın… İşte Neclâ ben seni öyle seviyorum! Ben sevdim mi malak gibi severim!

Hatta bazen metrolarda böyle kırk yıllık metro binicisi gibi oturanlar olur! “Ne de olsa Angellıyık biz!” Metroya binmek bir zanaattir! Elinde bedava belediye bülteni olacak! O yoksa mutlaka “fotomaç”, “otokaç” gibi abizuttin bir mürekkep yalabığı olacak. Belediye bülteninin en mühim hususiyeti, beleş olması. Ama nasıl mühim bir edayla okunduğuna inanamazsınız! “Vay be! Kale  turistik bir merkez olacakmış! Gördün mü Hayrettin?!” Aslında eskiden Ankara’da kale de yoktu! O da belediyenin icadı! İnanmazsan taksiciye sor!

Mümkünse fazla kafa yoracak, hele bademoğulları familyasını rahatsız edecek cinsten  kitap falan taşıma!  Elimde Eco Emmi’nin son kitabı vardı:  “Prag Mezarlığı”, mutlaka okumuşsunuzdur, ben hep sona kalırım; Allahım, nasıl rahatsız ettim cemcemi! Öyle ya! Karacaahmet falan dururken Prag Kabristanı ne oluyor? “Gâvur musun muhterem sen?” Derhal o mübarek nazarlarıyla seni mimlerler!
Sen daha ne olduğunu anlamadan Cennet kapısındaki adisyonun hazırlanmıştır!

Kaktüslerimizi sorarsanız, iyiler, ellerinizden öperler. Bizim iki numara, sulaya sulaya boğmazsa yaşayacaklar…
Kıyamadım kıymalıya otuzdan
Sinemada yer bulmuşum dokuzdan! Hobaaa! Lililili tıy tıy tıy tıy! Vıy vıy vıy vıy! Öhöhörk!

Tarkmayan, sarkmayan bie şeyler  dinle de kalp damar sistemin korunsun!


18 Aralık 2011 Pazar

Raydan Sıkanlar

Bizim kız Don Kişot’u oynadı okulda. Ona bir zırh yaptık. Şöyle alüminyum kaplamalı falan güzel bi şey oldu.
Sıra geldi kılıca. Kılıçsız şövalye görülmüş mü? Kılıçsız şövalye, yüzgeçsiz balığa benzer.  Teşbihte hata olmazmış  nasıl olsa…

Aslında evde kılıçtan bol bir şey yok ama o sırada anca kendinden ışıklı, ses efektli falan bir kılıç bulduk. Kılıcın kabza siperliği falan süper. Obi Van görse imrenir, o derece!

Ama hani, madem  öyle yekpare bir zırh yaptın bari uygun bir kılıç bul, değil mi?
Ama nasıl olsa istediğimiz kılıcı, istediğimiz kılıççıdan babamızın hayrına artık alabiliyoruz. Don Terraboite emir buyurdular: “Bundan sonra şövalyeleri de  sigorta kapsamına alacak ve kılıç yaralanmalarına karşı onlara ücretsiz tedavi sağlayacağız!” dedi.

Aklıma ne geldi?
Havalar malum soğuk. Ayakları yıkamak zor. O halde? Ben diyorum ki Gucci’ye   sipariş versek: Takunya desenli, timsah derisi mesh yapsa? Hatta üzerine de ayak deseni işlese? Nasıl olsa Mısır Çarşısın’da derhal çakması çıkar, böylece kömür ve hububat  muhtacı canım halkım da faidelenir, diyorum yane…

Bunun kılıçla ne ilgisi var? Şöyle ki: Bir gün olur da Şövalye Çarşısın’a yolunuz düşerse orada Pabliocci  Karbonatti don Kopogliotti adlı bir antikacı var ona uğrar benden selam söyler, çayını içersiniz.
Bugün rayında değilim ben ya! Sağıma soluma hızlı ray çakın da kendime geleyim abe kızanlar

17 Aralık 2011 Cumartesi

Gıdıklayan masa

Masalara kulp takmaları lâzım… Yani neresinden tutup taşıyacağız, kardeşim bu masaları biz? Masa taşımak mecburiyetinde miyiz? Veya her masa isteyene bir kulp mu yetiştireceğiz? Bunlar mühim mevzular.
Çünkü bizden önce yoktular. Bizden önce hiç kimse kulplu masa derdine düşmemişti. Kulplu masayı gündeme biz getirdik. Kulbun bir masanın hayatında ne kadar önemli olduğunu gördük. Biz kulplu masa, kulpsuz masa ayırımı yapmadık.
Biz ayrıca masalara dirsek dayanmasını yasaklamayı düşünüyoruz! Bundan sonra masalara asla kimsenin dirseğinin altında ezilemeyecek!
Fesfudlarda hizmet veren masalarımızın ayaklarına masaj yapacağız!  Masaj yapmaları için özel marangoz kadrosu tahsis  edeceğiz!

Yahu otobüste giderken nasıl uykum geliyor, anlatamam… Kılık kıyafetimizde standarda aykırı ya… Canım muhafız halkım kıl oluyor. Bıyık , bıyık değil, sakal yok… Yüz desen şoparik esmer, yanaklar günahın kirinden gölgeli… Şöyle nurlu, buzlu, şerbetli bir tebessüm bile yok suratta, düpedüz meymenetsiz!
Bir de unutkanlık var serde. Kitaba dalmışım ilk seferinde. Kızların kıyafetlerini almayı unutmuşum iyi mi? Nedense illüminati- mason bağlantısına gelince kitapta  aklıma geldi, kıyafetler, o sırada otobüs de gelmesin mi? Kitap da Eco emmimin son kitabı, “Prag Mezarlığı”. Gören ablaların, bilhassa modern ablaların  iğrenesi geliyor. Ya düşünsene elinde bir gavur mezarlığı kitabı! Kim bilir içinde ne fitne ne fesat, ne gergedan ne gergenefon  ne zerde güllükleri, tarifleri vardır?

  E şimdi adama ben “ Bir koşu kızların kıyafetlerini kapıp geleyim!” diyemem ki… Neyse gittik, kimseyi yenmedik ama döndük. Gene kitap gene bekleme.
Dolayısıyla tatlı bir uyku hali, masayı aldıktan sonra sardı beni. Hem nasıl sarma! Mis gibi zeytinyağlı! Rüya mı gördüm, bilmem al yanaklı, çağla bıyıklı, cengaver bakışlı, kahraman mı kahraman bir amca bir benim masaya bir de kendi asmasına bakıp başladı nasihate…

Masayla ne yapılır, ne yapılmaz. Masanın buğulaması mı kızartması mı?
 Bıyığı  şekilsiz adamın masasında, şerbet içilmesi  caiz midir, haiz midir? Bir adamın zaten bıyığı bozuksa elbette her şeyi bozuktur, bundan nasıl şüphe olunur?! Velhasıl masa tam kafama inerken gözlerimi açtım ki durağa gelmişiz. Olay budur.

15 Aralık 2011 Perşembe

Seksen Kurumlu Devri Âlem

Dön dolaş dünyayı gez dolaş bensiz! Amanın amanın! Süt içtim dilim yandı…
Bir zırvalık manifestosu yazmak bile  gıdımcık bir akıl gerektirir. Benim canım tereyağı akışkanlığında akıllı canımcık insanım. Ne bilge ve cesursun sen!
Öncelikle bir  grup insan üzerinde yapıldığından son derece şüphe duyduğumu söylemem gereken bir deney yapılmış.

Deneyde yağlı saçları ve kuru dudakları olan deneklerle  yağlı  elleri ve kuru ayakları olan denekler alınmış. (Belki Rus pazarından almışlardır, bilmiyorum. Ama orada her şeyin azıcık toptanı daha ucuz, onu biliyorum).
Daha sonra deneklere  hububat diyeti  verilmiş ve  gün boyu  masal dinletilmiş. Bir gruba da öylesine müzik dinletilmiş.

Şahsen kontrol grubu nedir bilmiyorum ve bilmek de istemiyorum. Hayır üzerinde hiçbir şey yapmadığın, yapamayacağın, “Yaparsam Allah belâmı versin!” diye yemin edeceğin bir grubu zaten niye tutarsın?
Sonra asistanlardan birine telefon gelmiş, eve uydu takmaya geliyorlarmış da evle niye ilgilenmiyormuş. “Anne nasıl geleyim, çalışıyorum, biliyorsun..” demiş asistan, annesi de “ Oğlum ben size yıllarca saçımı süpürge etmedim mi? Bir dizi keyfim var zaten Desperet Havuzvayfı” kaçırıyorum şu kadarcık da mı değerim yok! Böhüüüğ!” diye ağlayınca birinci asistan ikinci asistana yerine bakmasını söylemiş. Öteki “ Peki!” demiş ama aslında hiç oralı değil. (Bence  muhtemelen İneboluluymuş. İnebolulu hemşehrilerim kızmasın, iyisi var, kötüsü  var…)

Eve varınca bir de ne görsün, uyducu yarın gelecekmiş. Neyse bizimki gönül rahatlığıyla  odasına döndüğünde bir de ne görsün?

Nişanlısı odasına gelmiş, çekirdek çitleyip deneklerle gır gır geçmiyor mu?
Bunun üzerine hububuat diyetinin saklı ve yağlı saçlı bireylerdeki   karaciğer düzeylerine etkisi konusunun araştırılması yarıda kalmış.

Hoca kürsüye gelince  çok kızmış, “Madem hoca benim! Üç kulhü bir elham okuyayım da, şer şerbetler şekirdeksinler!” demiş.

Ben İnebolulunun yalancısıyım. Ona ne mi  olmuş? O  o gün Call Of Duty’i ellinci  defadır bitirmenin sonsuz hazzıyla evine gitmiş.
 Daha benden ne istiyorsunuz kardeşim? Tarksak  “tarktı!” diyorsunuz, Tarkanlara kızmıyorsunuz. Ahanda size  Tarkansız akransız  bi şeyler,  dinleyin. Misafir umduğunu değil…




14 Aralık 2011 Çarşamba

Muhteşem Düzyıl

Çamaşırları topladım ama hâlâ biraz nemlilerdi. Salona serdim, güneş alacakları bir şekilde. Kaktüslerim karşımda, güneş içeriyi güzel ısıtıyor. Bugün de ne yazacağımı bilemiyorum…
Gene de yazmak lâzım, değil mi ama?

Diş fırçalarını iyi temizlemediğiniz zaman, içlerinden kötü bir koku gelebilir. Bu bakteri üremesine  delalet eder. Ayy “delalet” dedim şimdi zorlandı değil motor? Takviyeye takın diyeceğim, o da olmayacak? Delalet delil olmak anlamına geliyor.

O zaman ne yapmak lâzım? Fırça bayat kahve telvesine güzelce banılır, üzerine pekmez dökülür, sonra durulanır. Durulanan fırça  herhangi bir çamaşır suyuna şöyle “hötörö!” denecek kısa bir zaman için bandırılır, çıkartılır, bandırılır, çıkartılır, bu işlem sekiz bin kere tekrarlanır. Zaten muhtemelen yarı yolda artık fırçanız da temize havale edilmiş olur.

Yaşanmışlıkları düşünüyorum seninle Cansu…
Ben de Berke…

Hal böyle olduğunda dizilerde bir seksenlere dönüş modası yaşandı galiba.
Kısa mesajın devri ne çabuk geçti ya! Hatırlarım Hürrişko bir gün Sülüman’a mesaj atarken çatıda Türkcellciler çalışıyordu. Hürrişko kızdı. Ama ne bilsin Ayşe Sultan sarayın gelirleri artsın diye çatıya baz istasyonu taktırmıştı… Ayrıca ele güne karşı başımızın nasıl dik olduğunu gösterecektik. Bunun üzerine 
Sülüman içeri girip:
 “ Hey you! Mama!  Would you manage my harem  like that hu?” dedi.
Bunun üzerine Ayşe Sultan: “ Oğlum, Amerika daha yeni keşfedildi sayılır ne çabuk Newyorklu oldun sen?” bunun üzerine Sülüman :
Ama mama…” diyecek oldu. Annesi:
Aması maması yok! Ben sevmem öyle şeyleri Zaten bu gavur illerinden karı almak da nedir anlamam ki?!” dedi. Sülüman da:
Vakti gelince bu heriflerle stratejik ortak olacağız mama… Hazinede işler kesat, Türkiye’de hava bulutlu..”
E hürrişkon doğu blokundan? O ne ayak  a oğul?!”
“ O da AB’ye karşı stepne validem. Siz olmazsanız nataşalar var hüleaaan!” demek çün!
Allah gözünü doyursun Sülü! Trabzon’u da mahvettiler zaten güzelim şehzade şehrini..”
Nasıl?  “Muhteşem Düzyıl”olarak alternative nation bir progressiv arabico denemesi! Sevmediniz mi kız? Ayol başrolü de Tarkan’a verirdik arkanıza bakmadan seyrederdiniz? Gerçi bizde Tarkanla arkan yok ama…

13 Aralık 2011 Salı

Bugün Havamda Değil(d)im ( O ne lo?)

İyimserliğin şarkıcısı Dido'ya teşekkürler
Dido’nun( gofret olan değil, öküz kardeşim benim…)  bir şarkısı vardır: “Thank you”… hayır şimdi çevirisi üzerine felsefe falan yapacak değilim. Bahsedeceğim şey bencileyin ( o ne lo? ) orta ve alt düzeyli zekâların bile algılayabileceği o güzel klibi.

Gayet  mülâyim ( o ne lo?) ve güzel kızımız evine yapıştırılan tahliye emrine aldırmaksızın şarkısını söyler vs vs vs..

Ev kutu kutu ve pek şirindir. Acımasız kapitalistler gelir ( ki şekilde görüldüğü gibi ağababaları olacak herif bir Japondur… Amerikalı’ların uzaylılardan sonra en çok korktuğu işgalci ulus…) evi yerle bir eder, falan filan…
Ayyyy daha şimdiden beynimize bir ağırlık çöktü di mi? Ne çok kelime, ne çok fikir falan yaaa!
Smart TV reklâmında saygıdeğer beyefendinin bir akıllı televizyondan tek beklentisinin maç izlemek olduğunu gördüğümüzde kendime iç kere “salak” demek ihtiyacı duydum.

Bugün neden bu kadar ciddiyim ben ya?

Kaktüslerim de şaşkın. Topilik olanı ötekilere dönerek “ İyice manyadı abi bu!” der gibi…
Çok ciddiyet cilde zarar verir.  Beyin kelimesi bile midemi bulandırıyor yahu… Ne kötü değil mi? Iğğğğ!
Metroda elleriniz kollarınız boş olsun annem, neme lâzım? Mümkünse kafayı da boş tutmakta fayda var…
Bugün havamda değilim sevgili günlük. Havam da bende değil. Hava soğuk değil, yollarsa aşırı uzundu. Nerelere gittim, nerelerden geldim ben?

Kafası un mamulü, hububat ve kömür dilencisi, köşesiz halkım benim, canım milletim… Süngersi haysiyetinle nelere kadirsin sen… Kadrini götürdüğü yere git sen en iyisi.

Tarkan markan yok bizde hemşerim. Markanı başka yerde ara! Adam gibi bi şeyler dinle de belki biraz şekle girer beyin kabuğun. Ama sen meyveyi de kabuğunu soyarak yersin değil mi? Unutmuşum, kusura bakma…

İşte Dido’dan “Thank  you”… Ve Teşekkürler Dido, güzel şeyler yaptığın için....

12 Aralık 2011 Pazartesi

Kiracılar Ve Ev Aletleri İlişkisinde Naif Analizlerin Kişileştirme Edebiyatı Üzerine Etkilerinin Sayısal Loto Çekilişleriyle Alâkası Üzerine Ultra Modern Bir Muhafazakâr Analiz



Al annem Linkin Park dinle sen, ya lelli mutantı gecekondu turşularından buruşan beynini açar biraz...


Bu millet ki kafasında keyfiyesiyle her yerde ayak yıkar! Katarokombikler...

Kombi de, çamaşır makinesi de tamir  oldu, hamd olsun… Hepimiz iyiyiz…
O değil de kiracıların, yaşadıkları evle ilişkileri çok ilgimi çekiyor.

Burada sınıfsal bir tahlil yapıp ağrı kesici önerecek değilim.
Ama sanırım muhtemel kiracı davranışı, evi, yok olana, harap olana kadar kullanmak ve sonra çıkıp gitmek.

Kardeşim gece kırık pencereden soğuk, totona totona doğru eserken “ Nasıl olsa ev sahibi değilim, onun totosu üşüsün!” mü diyorsun? Yahut da musluk bozulduğunda sana dönüp “ Abi benim contalar nanay ama nasıl olsa sen ev sahibi değilsin, evi su basarsa onun totosu ıslanır!” falan mı diyor?

Veyahut da sen “ Yahu bir ampul kalsa yeter, sahibi ben miyim, karanlıkta otururum olur, biter!”
Çünkü ardında bıraktığın evin Efes kazılarında bulunan evlerden daha beter halde, duydun mu?!

Bana kalırsa çok sevgili “bu milletim”, sen sümüğünü silersen, harcayacağın enerjiyi dahi ev sahibine kakalayıp hayatı bedavaya getirmek için uğraşan, çok zeki bir milletsin!

Kitap da okuyamıyorum doğru dürüst… ( “Doğru düzgün” diye bir şey yok, çaktın köfteyi?) Şöyle depresif bir ırgalanma modunda  kıpraşıp duruyorum. Kıp kıp kıp kıp kedene de sar bedeni bedene… Aman oh! Sefam olsun! Kime cefa olursa olsun!

Ay şimdi Seda Sayan olacaktı, şöyle bir ciddiye takıp hepimizi göz yaşına boğacaktı, nerede?!

Kata®kulli, altın lâzımlık, gümüş çaydanlık hayalleriyle yatıp kalkan, badem beyinli canlarım, benim!

Bizde Tarkan yok, korkan da yok, taktım prize rocku, yeme artık o b.ku!


Temizlik Kovalarının Dramı

Saat olmuş  13:02!

 Vay be! Zaman ne çabuk geçiyor!

Halbuki daha  iki saat evvel, kirli suyla temiz suyu ayrı ayrı tutan temizlik kovaları hakkında düşünüyordum. Bu tür kovaların metal olanları var! Hepimiz görmüşüzdür. Ayrıca o kovalarda paspası sıkmak için üzerlerinde  tertibat da bulunur.

Hadi tertibatını geçelim… Ama plastik kovalar neden öyle yapılmaz? Kalıbı mı zor çıkarılır? Büyük ihtimalle öyledir. Ama şahsen  suyun kirlenmende kullanılabildiği kovalar her zaman daha iyi olmuştur, olacaktır! Kirli suyu temiz sudan ayırmak hususundaki çalışmalarımızı eleştirecek, yıpratacak, kötüleyecek, kak(a)layacak, kek(€)leyecek, Avro bölgesinin  toprak bütünlüğü ve istikrarını tehlikeye atma durumunda olan her teşebbüs tarafımızca engellenmek suretiyle engellenecektir!

Ayrıca! Taksici esnafımızın evine ekmek götürürken üzerinde benim resmimin olduğu poşetler kullanmasını da sağlayacak tedbirleri almak üzere ekiplere talimatı bizzat verdim!

Ayrıca Avro’ya  yükselmesi için talimat verdim! Berlu kardeşimle konu  üzerinde çalışıyoruz.  Ben soğanı kıracağım o da ekmeği dilimleyecek!

Bu arada kaktüslerim bana bakıp “Ne yapıyon sen ya? İyi misin?”  gibisinden şettiriyor. Tüyleri diken diken olduğuna göre  herhalde hissiyatları bu şekilde… Kendilerini rencide etmek istemem.

Kovam altından olmazsa rahat edemiyorum...
Saat olmuş 13:11! Vakit ne çabuk geçiyor ya!

Size doyum olmaz benim sulu böğrülcelerim! Malum Orta Anadolu, yemeğin henüz çorba tarzında yapılmayanını keşfedememiştir… Eyvah! Şimdi Çankırı,  Çorum, Kırklareli( O değildi ya neresiydi? Ha Kırıkkale!), Eceabat, Sarmısaklı ve Sındırgı’dan gelecek protesto mesajlarına bak sen! Nereden ettim ben bu lâfları! Tuh tuh tuh!

Bizde Tarkan , sarkan falan yok ama idare edin bakam!

Traşsızım


Traş olmayınca  kendimi hasta gibi hissediyorum. Şöyle bakımsız, hırpani, sallapati vs…
Traş olunca suratım hafifliyor sanki. Takıntılı bir bilim adamı içün… Meselâ yüzdeki sakalların ağırlığı acaba ne kadardır?
Aha! Al sana makale konusu.

 Makale deyince aklıma geldi de… Geldiydi, gitti. Ya beni aklıma niye böyle geliverip de gidiveriyor? “Zaten yarım porsiyon aklın var, ondan olmasın?” diye soracak arkadaşlara, iltifatlarından dolayı çok teşekkür ediyorum. Yarım porsiyon epey iş görür çünkü.

Sakallarımın kılları birbirine geçip de suratımı kaşındırıyor, denedim, bırakmanın bir anlamı yok. Hayır illâ, “Kardeşim sakallara özgürlük, onların da canı istediği gibi çıkmaya hakkı var!”  diyorsanız; bari bir tasma takıp yanınızda dolaştırın.

Ama rica ediyorum, şu  sakalınızı kirli bırakmayın. Nasıl bir modadır anlamam. Takım elbiseli, janti damatlar bile kirli sakal bırakıyor. Yahu adı üstünde “kirli”!

Bir de eğer trafiği tıkayacak gibi olursanız sakın izinsiz orada burada eş, dostla konuşmayın. Ayrıca izin almadan siyasi miyasi  şeyler de konuşmayın. Ha illâ bunu yapacaksınız, arasına bol “maşallah”, “inşallah”, “katarullah”, “Kuveyt-u teala”, “tespihülekber” gibi lâflar  katın ki söylediğinizde bir hikmet olduğu sanılsın. Daha da önemlisi, böylece modern ve 5 ileri 15 geri vites zekâ donanımlı muhafız-ül kâr “milletimizi” irkiltmemiş olursunuz.

Teyzenin biri “Kaldırın şu cıbıldakları!” diye feveran ediyordu zaten.
Bu millet ki   “Hışt millet! Bu millet!” falan dendiğinde hemen elinde mektubu ve hıyarıyla sıraya girip ağlayabilen bir  millettir. Metroda, otobüste, havaalanında bilet kontrolünde birbiri üstüne çıkan aziz milletimizin yağmur altında bir deftere ağlamak ve siparişlerini yazmak için nasıl düzgün sıraya girip de beklediğini görünce aklıma yıllar evvel Demokratik Almanya kırlarında sıraya girmiş otlayan inekler geldi. Hayır canım sadece çağrışım. Çaktırtı ( flaş) yani… Yoksa başka anlam çıkarmayın. Siz tam porsiyon  zeki, enfes bir kıymalı nationsınız canlarım, benim!

11 Aralık 2011 Pazar

Takvimler Yazacaktık Hani?

Ev taşımak başlı başına dert.
Bu, tıpkı bir aşkı en dürüst ve onurlu yaşarken yaşanmışlıkların o ağır ve kalleş  dokunuşu gibi koyuyor adam.
Ben seni zürafa gibi sevdim. Hani? Mektuplar yazacaktık hani?
Böyle bir şarkı vardı di mi?
Hanıma  dedim de ( “Hanım” demek lâzım şimdi. “Karıma” deyip de öküzlük etmenin âlemi yok. “Karı-koca” var ama “karım” demek yok! Zaten karım da bana “kocam” demiyor…  “Eşim” desem çok lâik olacak, darbeci marbeci diye etiketleniriz maazalllahüt tealâ vesselamül kadere {ne demekse?}. Oysa “ hanımım” ne kadar edepli ve  müttaki duruyor, değil mi? Kavrulmuş tuzsuz bıyıklarımın altından en edepli bir fısıltı halinde çıkıyor… “Hanımım” “mım mım mım” Dipten dibe bir eko… )

 “ Ya Hanım!” ( İllâ hâkim bir edâlı ünlem olacak! Ne de olsa reisim ben! Aile reisi, aile reisi! Başka bir şey değil!  Tövbe tövbe!Ayrıca buradaki “ya!”  arabik   bir hitap… Öyle lâkayıt lukayıt yalı yulu konuşmuyoruz biz tamam mı ya esfahanül lumumgutatül haşarat!)) “Hani mektuplar  yazacaktık!” diyen bir şarkı vardır, hatırlar mısın?”  diye sordum ona. O da bana:
“Ya zevcim, haremim, göz nurum, balkabağım, ayım, kabadayım.. Hatırlıyorum evet..” dedi…
Ben de ona:
“Alişar mı söylerdi o şarkıyı? Ne romantikti değil mi? Yoksa! Yoksa Nihat Doğan mı? O güzel, davudî, muhafazakâr ve nazal tınlamalı sesiyle..” diye sordum..
 O da bana…
Hayır zevc-i kabilim, kubl-ü metrukum… O Nihat Doğan öncesi  devre aitti..” demesin mi?
Âdeta dünya başıma yıkıldı! Nihat Doğan’dan önce memlekette hayat olduğun bilmiyordum oysa…  Derhal Katar’ın, Kutar’ın, Matar’ın ordularına haber saldım. Haberler  kendi başlarına artık nereye gitti, bilmiyorum. Biri “Abi haberleri zarflsak daha iyi olmaz mı?” dediydi ama. Ben ona
Ya Bin Bibekâr!  Bilmez misin ki  ufk-u nuriyenin lülelüle saçlarının kızıl batışının  o feyizli höpürtüsü bir güvercin kanadına takılıdır” dedim. O da bana “Höğğ?!” dedi. Bu kısa istişareden sonra haberleri saldım!
Yani… Yanisi o ki… Bundan sonta “Nihadî Takvime “ geçiyoruz.  Yastıkları, deve yününden nasırlaşmış, bütün   ağabeylere  arzı kiraz ederim!

Tarkanla arkanla, Bedükle falan değil aga! Dinleyeceksen adam gibi pop dinle! Ahan da sana gelsin Berkeacaaan!

10 Aralık 2011 Cumartesi

Araya Sıkışan Para

Blogun çehresi pek sıradan, ben de farkındayım ama  şablon çok hoşuma gitti.
Bu arada nedense hep bozulan cihazların içine para kaçıyor. Ufacık bir musluk için neredeyse iki yüz lira vereceğiz.

Elbette bataryalarımız altın suyuna, ne sanmıştınız?
Biz ki kevaleleri ( o ne lan?) ipekten, bukuleleri ( iyice sapıttın Osman!) satenden, donları peşiman, katta katar katartikalı  bir sülâleyiz. Biz çişimizi yapınca atmıyoruz.  Kovalara doldurup kaynatınca petrol elde ediyoruz! O bakımdan musluklarımızı altın suyuna  yatırmamız boşuna değil. Hatta şöyle söyleyeyim biz çamaşır suyu dahi kullanmıyoruz!

Ama bu  bahsettiğim musluk, doldurma musluğu.  Açınca, “Sen aslansın be abi! Pardon kanaryasın! Var mı senin gibisi? Yakşır abime!” diyor. Ayrıca sıkıp az daha para bayılırsanız, bunun İngilizce’sini , Almanca’sını ve hatta  Malayca’sını bile söylüyor! Ama Malezya’nın resmî dili İngilizce olduğundan tercihli olarak Malay İngilizcesiyle de söyletebiliyorsunuz.

Gene güneş batıyor, insan hüzünleniyor. Makinenin  servisi gelmedi, kombinin geldi, penciler burada… Tamam? Başka?

Öpülesi çitlenbik- tikky yanaklı bal böceklerim benim!
Kapının önüne kartonları bıraktım, bahçede parkta yakar, ateşin başında “ Nereye gider bu dağlaırn yolu anam anam!”  tarzı bir Tarkan şarkısıyla kendinizden geçersiniz ama… Şimdiki ikramımız bu değil…

Dinleyin bakalım.


DEPECHE MODE - FREE LOVE ile noriko75

Ikınmak

Abi ıkınıyorum ama göremiyorum!
Buraya yazdı yazdıklarımı aslında kaydetmeyecektim. O derece ciddi bir adam değilim aslında... Çok daha ciddi bir adamım. her ne kadar şu anda 3ü 1 arada içerek filtre kahve zevki ehline ihanet etsem de...

Evin sigortaları sıkıntılı. Bu "sıkıntı" lafı da güzide Orta Anadolu'mun sanayi esnafından çıkmadır,kanaatimce... Öğleden sonra güneşi  tokat gibi çakıyor yüzüme ya. Bu ne ya? Kapı da kapalı içerisi sera mübarek! gerçi kış ortasında böyle bir hal pek güzeldir aslında, nankörlüğün de manası yok.

Aslında neyin var ki? Hayat bir sudur iç iç kudur.. Böyle miydi? Herhal böyleydi.Az sonra "aşşaa" inecek bakalım ardiye denen galaksiler arası boşlukta nem kalmış. Bana sorarsanız  Hasan Kal'asında gömleğim kalmıştır ama devir tişört devri.

Valla fazla oyalandım, dayağı yiyebilirim her an! ben gider, gene görüşürüz Behlül! Sen kaç anam! Biz  delikanlıyız!

9 Aralık 2011 Cuma

DüşünMEEE!

Ev taşımak bana göre değil.
Organizasyon sıfır, zamanlama sıfır nokta beş… Dağınıklık on üzerinden bir milyon!
Tabanlarım ağrıyor, kafam ağrımıyor… Bu durumda, zaten en az kullandığım organ gayet rahat!
Tayvan’da köpek bokunu  sokaktan temizleyenlere piyango bileti dağıtılıyormuş. Ya kardeşim niye cüzi bir miktar sıcak para değil de ümit dağıtıyorsun? Bizim memlekette yapsan var yaMP binasının yanına yaklaşamazsın. Hayır kalabalıktan değil bok kokusundan…
Sıfırcı dış ilişkiler bakanımız “Suriye’nin PKK kozunu kullanacağını sanmadığını” söylemiş. Tabii canım, adam bizim keyfimizin kâhyası, ne söylersek onu yapar.
Ay gene siyaset yaptık ne kaka! Tu kaka! Tö kaka! Hayır şimdi “kak” mıydı kek miydi bi şey vardı ya sıfırcı Davut hoca söyleyip duruyordu, birilerine sarılıp o manada…
Çok politik oldum ya ayy iğrenç!
Politika pişirilip yenecek zıkkım değil. Çiğ yenince de mide bozukluğu yapıyor…
Gazetelere bakıyorum, dalga geçecek bi’ şey bulamıyorum ya. Her şey harbiden çok ciddi. Sonra zaten bi habere yorum yapacaksın, başın derde girecek… Girer mi girer. Yani dert dediğin de her kafaya uygun, gevşek bir şey… Rahatlıkla kafanı içine sokabiliyorsun.
Parmağımın arasında bir nasıl var” diyor hasta… Üstelik de azmış! Azıyor bu nasırlar! Eski nasırlar böyle miydi ya? El öper, hatır sorarlardı. Pardon ya bu “nasıl”mış…
“Nasıl”lar da başa belâ. Düşünmeyince geçiyor ama düşünmeyince de olmuyor. Aslında düşenmemek üşenmek lâzım. “Düşenmek”ne ya?
Kanaatimce şöyle bir şey. Meselâ it enikleri sana sövüyor, ellerine ne geçerse kafana atıyor, sen de  Bunlar ne yapıyor yahu?” diye düşünmek yerine üşenip gidip defter-i civanıma, arz-ı hal ediyorsun. Benim için de yaz: “ Beş kilo tam buğday unu, beş kilo toz şeker, beş kilo baklavalık un, sızma zeytinyağı,  bir kilo yarım yağlı peynir, beş ton kömür, bir tane son model tam otomatik çamaşır makinesi…
“Arz- hal” dedim de..Çok Osmanlıca oldu beah! Ama malûm yeni Osmanlıyız ya biz; Muhteşem Sülü kadar Osmanlı, Hürrişko kadar işveli ve zeki, “katar kutar ben seni, şeker katar ben seni” hesabı arabik ve Gül ağa kadar düdüğüz.
Şimdi, benim kömür kazanı  gibi ateşli zekâlı, manda kursaklı- höyük iştahlı, Convers ayakkabılı cannişkolarım! Kafanızı sıkı sıkı örterseniz zekânız kaçmaz, beyniniz sarsılmaz, merakınız boğulur. Böylece zopaya gerek kalmadan güdülebilirsiniz.
Arz-ı hal defterinizin sonuna aynı imzayı atın ki sonradan bi durum olmasın yane… Nasıl olsa hepiniz üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri yazabiliyorsunuz, imzayı da şöyle atın: “Meee!”
Tarkan'ımız markanımız kalmadı, beük müdür nedür, ondan da yok, Begüm falan zaten hiç yok... Bununla idare edin:

8 Aralık 2011 Perşembe

“Ketumiyet” ve İyi Niyet Abidesi

Çok ketumumdur ben!
Gören, heykelim sanır. Yürürken millet, ısırmayayım diye kenara çekilir.
O yüzden bilet alırken hep zorlanırım.

Bilet almak aslında  öylesine  bileti bir iştir. Yani parayı verir, bileti alırsın. Ben öyle yapamam. İllâ bi’ espri, bi’ komiklik sokuştururum araya Öyle olmazsa bilet almanın tadı çıkmaz çünkü.

Bilet almak üzerine düşününce biletçi kızarlın nasıl sıkıldığı gelir aklıma. Bilet alarak sinema sahiplerine para kazandırırken maişet derdindeki gişecileri de coşturarak hayattan bir nebze zevk almaları sağlanır.

Üzerine bir tutam tarçın, biraz çörekotu, biraz kaynasın aman aman. İçine hatmi çiçeği bir de ara gazı ver de  yenmez tadından… Zaten böyle bir şey ancak içilir, aman diyem, yemeye kalkmayın.
Boğaz mı ağrıyor, adaçayı… Kabızlık mı kayısı kurusu…

Gecenin bir yarısı, Amerikan bağımsız sineması, el altında Beretta’nın en tombul  namlusu…  Scotch Scotch dedikleri, eriktik yedikleri.

Bugün işçiler bakanı yuhalamış, inanamadım… Bakan yuhalanır mı yahu? Kolay mı yetişiyor bir bakan? Bak patlıcanın mevsimi geçti, sel felaketiydi, sera zarafetiydi, Hürrem letafetiydi amanın Nigar afetiydi, derken neler geldi geçti?

Amanın gene politik olduk, anarşik olduk, katarşik olduk…
 Katarşik ne lan?
 Valla unuttum?
 Var mıydı ki unuttun?
 İllâki vardır be abicim…

Ben lahana çorbasının varlığına inanmaz idim, merhum Akif girdi kanıma. Lahanadan çorba yapılınca, adam adamlığından utanıyor be! Şahsen benden çorba olmaz! Ha benim mercimek fikirli, fırın hararetli, tutkusu “survivor” illetli plastik  bebeklerim. Ben her gün köşedeyim, her gün beklerim.

Yok benimkisi dönmek için değil… Sen bakarsan arkana dönünce ne olacağını göreceksin e mi benim armut yanaklı, gözlüklü hünkâr yalakalarım… Öperim yanacıklarınızdan ama meymenetsiz suratlarınızdan…
 Ne koyim size? Ne istersiniz?

Bizde Tarkan yok, arkan da yok…Gökhan Üzüm heç yok! Soner Sarubabadayı falan arama bile… Ben size baba gibi birilerini vereyim de azıcık zevkiniz genişlesin be Berkecanlar!

Dinleyin bakam,   hadi iyi uykular…

7 Aralık 2011 Çarşamba

Bugün blog için ne yaptın?

Hayır nakliye için ayrı, hamaliye için ayrı ücret isteneceğini neden en başta söylemezsiniz de müşteriyi belli bir miktar alışverişe ökse ile çekersiniz?

Değil mi mihrimahım, şehribanım, taht-ı revanım, revanim, külbastım, ayakbastım, hokkam, hırkam, takunyam?

Ayol bu gün Sülüman günü, ondan gaza geldim ben. “Sen boşveriyor bana, ben istemiyor gitmek Sülüman. Macar elçisini kes, İspanyol elçisi hoş çocuk, hadi Süloş, kırma beni… Koskoca Osmanlı Hürremişko’nun şu kadarcık hatırını da kırar?”

Her bölümden sonra tarihçiler kükrüyor! Budur!
Rakıyı da şaraba katasım geliyor hane ne desem? Rakı var mıydı len Kanuni devrinde? O devirde TEKEL yoktu de mi? Gerçi şimdi de yok ama? O devir tatlı şaraplar var… Bizim millet şarabın da tatlısını seviyor, inanmazsan Aptullah Ziya hocama sor?

Mesele AOÇ’de şarap fabrikası var, rakı fabrikası yok, oldu mu şimdi bu?
Uçurtmaları osurup da uçurtmalı, sarımsaklayıp da mı saklamalı?

Evren zar biçiminde  mi? Yani kulak zarı biçiminde mi yoksa tavla zarı biçiminde mi?
Bugün fizikçi bi’ abla çıktı, oy oy oy!  Göğsüm kabardı! Dünya biliminde yirminciymişiz beah! Ne taraftan yirminciyiz, onu bilmiyorum , anlatmadı… Ya zaten geçen gün… Ben diyeyim Sebastioni Laguriecci, sen de Golfistrimo Gonciari, bunlardan birisi aradı: “ Abi sen bilirsin, bizim CERN’de acil paradigma değişikliğine gitmemiz gerekiyor. Yok mu TÜBİTAK’ta falan bi tanıdığın?” diye nasıl yana yakıla yalvardılar.

Ben tabii  Bilim Teknik’in “bilgi verici bi şeyler” yazmak için nasıl meşgul olduğunu söyledim, ayriyeten bizim nötrino mötrino gibi göptürükten  küçük işlerle uğraşmadığımızı, katar katar leyli keçilerinin fındık bokundan petrol damıtmak gibi mühim  ve fevkalâde müttaki işlerle uğraştığımızı söyledimse de dinletemedim.

O sırada hat kesildi. İnternet koptu, şoför atladı, lastik patladı.

Adamlar nötrino koşturuyor, daha telefon hatlarını düzeltemiyor kardeşim! Biz mi yapalım yani şimdi telefon şebekesini? Biz mi uğraşalım süper hızlı internetle? Biz mi yapalım  “grib” midir nedir o tuhaf yeni sanalağ şeklini? Deli bunlar ya! Resmen deli abicim!

Sen süzme canını böyle şeylere güzel kardeşim! Fındık kabuğu ateşli, ekonomik boy beynin muhakkak daha güzel  işler için meşguldür. Şimdi durup dururken işlemciyi mi  yakalım?

Abi gene ne diyor bu herif ya?”
“Mezzup len bu herif?”
“Mezzup ne lan?”
“Kezzap gibi bi’şey, ne bilim?”
“Takmış lan herif gene?”
“Takıyor oğlum, bakma lan sen buna?”
“Lan Bökçe’yi gördüm bugün valla çok güzeldi…”
“ Bize bakmaz lan o!”
“Bakmaz mı lan?”

Tarkan markan, Gökhan İkigözüm falan değil ama idare et be birader...

6 Aralık 2011 Salı

Çok Saygıdeğer Böğrülceler

Neden bir araba sahibi olmaz insan?
Benim canım ekonomik ve komik canlarım…

Bir arabası olmayan insan ya otobüse biner ya dolmuşa ya da metroya…
O arada kitap okur, biliyor musunuz?

Zenginliğin alametlerini taşımayan sıradan pantolonluların belki de en güzel imkânı budur.
Canım kırık dökük hayalli müşterilerim benim…

Tembelliğin o gevşek limonsu tadı ve hayal kurmanın özgürlüğü var ya…
İşte bunları feda ediyorsunuz otomobillerinize köle olurken.

Off ya “kahretsin”! Gene ciddi ciddi felsefe yaptık iyi mi? Ciddiyete saplandık, iğğğrençç!

 Berke manyak mı adam?”
“Kim ya?”
“Şunu diyorum ya! Köşedeki! Zom musun oğlum sen? Mannnyak!”
“Puhahaha! Ben Berke değilim lan!

Annem bu Berkeler de ne şanssız ya! Dünya mor menevşe isim devşirme şenliğinde şirinlik kupası kafalarına dökülmüş ya!

Hade sol eller yukarı! Gırtlaklar yırtık! Bağırın böğrülceler! “Nihi nihi nihilistiz! Tiki tiki tikiyiz!”
Çok eleştirelim be bu günlerde ya… Özür dilerim… Ayakkabımın bağı çözülüp duruyor, bağ bozumundan stresteyim anlayacağınız. Yani ayakkabı bağı bozuluyor… Çaktın köfteyi?

Biliyorum sen o kadar salak değilsin, o kadar salak olan benim… Her şeyin üstündesin sen!
Sümkürme bile ben senin yerine  sümkürür, silerim. Sana bol aşklı, meşkli, bilgece ve hedonik günler dilerim….

Kibrinize tükürür, hörmet ederim…

Anlayana Evanescence gerekmez ama sen başkasın canım böğrülcem...

Şikeye de Sözümüz Var Lo!

Gastro enterik iltihap amili, Amelezya septiricium kolonisi baş kolonisti,  Canis canis  arka kapısından kafasını çıkarıp şöyle dedi.
….
Kış günü insan üşüyor.
O derin yalnızlığımız  a canım ciğerim, isot isot, sarımsak sarımsak, kıymık mıymık ötüşlü yavrucaklarım gelin kol kola girelim, halay çekelim! Hoba!
Şike kanunu geçmezse,  eniklerimizi ellerinde kokteyllerle protesto etmeye  göndeririz!
Şike kanunu geçerse, eniklerimizi ellerinde kokteyllerle  protesto etmeye göndeririz.
Şike kanunu referanduma giderse, eniklerimizi ellerinde kokteyllerle protesto etmeye göndeririz!
Şike kanunu ? O ne lo? Bu nereden çıkmiştir babo?
Şike kanuninda pokeke banknotlarıyla cezalandırma yapılmazsa eniklerimizi ellerinde kokteyllerle protestoya göndeririz!
Bu iş olacak babo! Şike şike olacak!
Vıy vıy! Tıy tıy! Lililililili!
....
Terekeli lepterelleli tespihli takke cümhürcemaati pırtığı, kabadayılıkta  göbek farkıyla öndeydi. "Gene olursa, gene yollarız kardeşim!"
Çok toplumsal olduk canım okurlarım, sevgili kitlem...
Senin canım narin beynine ağır geldi bu, farkındayım. Kıyamam o beynine senin... Şöyle hipotalamus uyumlu hafif, az yağlı bi şeyler yazayım dedim, olmadı.
Bu mevsimde patlıcanı ucuz yemek isteyen canım kitlem benim! Hürremler götürsün sizi! Öptüm yanacıklarınızdan.. Ama beyninizin olduğunu tahmin ettiğim yerdekilerden, anlayamadıysanız daha ayrıntılı tarif edeyim... Ok mi George?


Bari Emy Lee abamı dinleyiverin gari..