Yolu geçerken önce sağa sonra
sola bakınca araba çarpmış. Çarpar tabi! Önce sola bakıp da şeytanı mı
uyandırıcan basık! ( Basık mıydı, kasık mıydı neydi ya bu?)
Ayriyetten salavat getiren sakızı
neden hâlâ icat etmediler, çok merak ediyorum. Düşünsene ya facebook
beğenilerini milyona katlarsın. Hatta mesela hükümeti zikreden sakız! Herhangi
bir mitingte ahaliye dağıtıyorsun, "Üçünü birden çiğneyeceksiniz!"
diyorsun, her cakkıdı cakkıdıda bir
bakanın adı çıkıyor ağızdan.
Kumadayı nere godun lo? Mayının
üstünde unutmuşum başkanım. Sivil
namazdan soralım mı lo?
Marketlerde uzaktan kumandalı
fare olmamasını kınıyorum abi! Yakından kumandalı kedi, ortadan kumandalı
kumanda olsun. Göbeğine piercing yapılmış lahana istiyorum abi!
Bundan sonra nikâh şahitlerinin
de en az bir insan öldürmüş bir sapık
olup olmadığına bakılmasını istiyorum ya! Kardeşim nikah önemli, namuslu
insanların şahadetine bırakılamayacak kadar ciddi bir iş...
Defin ruhsatı için ruhsata konu
ölünün ikametgâhı, yaşayıp yaşamadığı, mezuniyet derecesi, aşı kağıtları ayrıca
sabıka siciline bakılması ve ayrıca esnaf ve sanatkârlar odasına ve ticaret
sicil gazetesine kaydına bakılmasını da talep ediyorum. Yapmazsanız tokluk
görevine başlayacağım!
Ne yapalım bilmem ki? İslâmi
pizza olayı tutar mı acaba? Bak bunu not alıyorum gelecek yazıda bunu ele
alacağım tamam mı ?
Besmele çeken bardak vardı ya
hani… Kaldırınca besmele çekiyor… Galiba içinden bir şey içince de “Elhamdülillah!” diyordu… Geğirince
de “Oha!” diyor muydu acaba?
Bir şanzıman bu kadar huzursuz
olabilir mi? Demokrasimizin yeni vecizesi “
Hey vatandaş! İşine bak!”
Bardağa işinizi koyuyorsunuz,
sonra bardağı kaldırıyorsunuz… “Bismilah… İşine bak lan!” diyor…
Louis Vitton çanta kenarlı ipek
türban takarım… Annem annem, ben vatandaşın çok canını yakarım!
Şimdi sen bundan bi mok anlamadın
ya… Öyle mel mel bakınca bardağa “ Ya
Allah!… Ne bakıyon lan! Açıkta bi şey mi gördün? Ananı da al git!” diyor…
Teknolojinin son harikası!
Salla salla vur duvara!
-Ya Ammar!
-Söyle Ya Rubeyda’m!
-Bu gene politoksik mi yapıyor?
-Evet nur-u nurtülleynim!
-İşine baksa ya bu?
- Baktıracağız
Rubeyba’m!
-Bana İslâmî k balık da alacak mısın Ya Ammar?
-Sana Umreye gitmiş balık alacağım Rubeyda’m!
-Ama ben medreseye de gitmişini isterim….
-Sana onu da bulurum ben nur-ül gulguleytül
zulkületaynım!
Bisikletin selesi mühimdir.
İnsanın en mühim yerleriyle temas eder. Dolayısıyla nerede, nasıl üretildiği de
mühimdir.
Tuzlu kurabiye yerken üretilmiş
seleler meselâ insanda potasyum eksikliğine sebep olur. Bu yüzden ossuruk
sebebi olan potasyum eksikliğine sebebiyet verdiğinden dolayı tuzlu börek
yediren iş yerlerinde abdest bozulmalarından kaynaklanan necaset problemlerine
dikkat etmek icap eder. Dolayısıyla abdesti ossurukla bozulmuş işçinin ürettiği
selelere binilmesi, vücudumuzun en mahrem yerlerinin ünsiyet-i haremiyetül
kerkelazesi veçhesinden zinhar münhardır.
Münhar deyince aklıma geldi…
Geçen sene Fuatla bir börekçiye gittiydik. Adam
paket servisi yaptığı yere dev kristal avize asmış. Öyle yerde insan
rahat yellenemez birader! Yani o kadar
avizenin altında insan Sultan Süleyman haşmetiyle kendinden geçmişken… Ayrıca madem börek
satıyorsun, insan yanında ayranla ilgili bir kampanya yapmaz mı? Bir ayran
alana budalası bedava falan gibi…
Artık ne zaman müşteri odaklı
çalışmaya başlayacaksınız kardeşim! Müşterinin neresine odaklanmanız gerektiği
size ulemalarca genelge, özelge, yönetmelik,
söndürmelikle falan bildirilir elbette!
Olay bu! Rüveyda ile Ammar’ın
maceralarına biraz ara verdik ama az sonra!...
Sulandım, çok sululuk edesim
geliyor. Yani bademcik ahlakına uymayan bir yapım var… Kaçak yapı gibiyim ben.
Ruhsatım falan yok. Gulemaya da sormadılar beni, ne yapacağız, bilmem…
Kafama kırmızı toka taksam ne
olur ki? Canım insancıl bir heteropteriks bir
solokovski olmak istedi. Hiçbir şey düşünmene gerek yok…
Bugün gene ciddiyet var üzerimde!
Hasta mıyım neyim ben? Herhalde… Yoksa normalde düşünmekle falan işim olmaz. Ekmeğin köşesini severim.
Gerçi bir ekmekte kaç köşe olabilir ki değil mi? Yoksa burnu muydu o? Ekmek,
adam değil ki canım, nereden burnu
olsun? Burnu olanlar da var ama onlara da benim adam diyesim gelmiyor. Ay ne
didaktik oldum bugün ben? Yazmasa mıydım ne?
Çay demlesem mi ne? Kalkıp bir
çay demleyeyim ben… Yazın kafamın içinden kum çıkıyordu biliyor musunuz?
-Ya Ammar! Bu bugün polikoptik yapmadı mı?
-Şaşılası ama yapmadı nurbüleytül belbeleymim…
-Hasta mı dersin?
-O zaten hasta nur-ül şekerparem!
-Yazııık!
-Ne yazığı? Fasık fasık!
-Fıtık mı olmuş? Bizim cümbür cemaatin hastanesi
var, oraya bir götürsek mi sevabına?
Kabızken nefesi tutmamak lâzım.
Bu mühim bir sıhhî tavsiyedir; kulaklarınızı tıkamayınız! Zaten kulaklarınızdan
sıçmanız mümkün olmayacağından… Yoksa mümkün mü?
Hey! Yeni bir dünya mümkün dostum! Kulaklarımızdan
sıçabileceğimiz, burnumuzdan işeyebileceğimiz! Neden olmasın ha? Seni buraya
bağlayan ne ha? Kemperyalist bozduruk
türptüklerinin imgesel egemenlik tasarımları mı seni zincirliyor? Başörtünün
ucuna bir Mammoth maskotu tak, burnuna bir Belzebut hızması!
Senden moderni mi var be “hanım”? Hanımlar ter kokusu kolokyumuna hoş geldiniz…
Alkolsüz yeni sıçıptirik ıslak
mendilleriyle koltuk altlarınızın o vecih ve nezih günlerine dönmeniz mümkün!
Ayrıca yastık altı altınlarınızı da getirin, biz onları koklar, bağrımıza basar,
gereğini yaparız! Yatırımlarınızın yattığı
yerde, bütün perdeler örtük olacak merak etmeyin,: Hatta sanırım Tanrı bile
göremeyecek… Gerçi son kanun düdüğündeki
kararmağmahanelerden sonra bu kaç gün geçerli bilmiyorum ama?
Kabızlık zor zanaat, yemin
ederim! Başım ağrımıyor bak! Gördün mü?
-Ya Ammar!
-Söyle ya Ümmürübeyba’m!
-Bu gene polikositik mi yaptı?
-Memlekette
demokrasi var! Biz pilli iradeyiz!
Yaptırmayız!
-Yaptırma Ya Ammar ebu Leblebim benim! Babacığım dedi ki belediye
OPTİ arazisini bahkeme dararıyla alınca orada bize de bir villa verecekmiş…
Şöyle türbanlar içinde mazbut, muhafazakâr, tuğralı muğralı bi şey… Nasıl? Ne
dersin?
-Kaymak derim!
Ay pardon Ümmürübeyda’m… Yani ne diyeyim elbette “Allah!” derim…
-De Ammar’ım, sakalları orman gibi halat kollu, iskele babası
bacaklı, şeyi şeyli…
-Öhhööğ
Ümmürübeyda’m! Kaptırdın gene…
-Ay ben senin o takkene nasıl kapılmayayım Ammar’ım!...
-Bana bir
şeyle oluyor nur-ül gulgulüteynül
leblebetül dur-ül zübülem!
-Senin o lisan-ı necibül nur-ül hitabın var ya Ya
Ammar içimi bi hoş ediyor!
-Ah! Hiç
sorma, hiç sorma!
-Ay ne yapıyorsun Ya Ammar, biri gelecek!
-Ben ne
yaptığımı biliyor muyum nur-ül tecahül-i zarife-i debdebem! Oy oy oy!
-Aaaah!
Tarkmayan, sarkmayan şarkılarla hene beraberiz babacım!
Sözüm dinlenmesin diye her gün (hemen
hemen) traş olurum.
Ki traş mühim mevzuudur. Traş
olmazsan; traş geçemezsin hemşerim.
Panfilyalı gazetecilerin
araştırmasına göre her üç tuvalet kâğıdından biri, üzerindeki desenleri
okunduktan sonra kullanılıyormuş. Ben de yalancının yalancısıyım yani! Ama meselâ bizde gazeteler bile o iş için
kullanılır!
Yani biz okumayı o kadar seven
bir toplumuz ki dubur-u şahanemiz olaylardan bihaber kalmasın diye tarafsız davranmak içün devamlı bir tarafımızı yırtıyoruz.
Kanaatim o ki bu kâğıtlar daha
sonra her türlü çarpıcı ve tokatlayıcı haber için tekrar Pensilvanyalı amele
takımınca geri dönüştürülüp bi moka benzetiliyor.
Meyvenin salatası olur mu be
yahu? Yani meselâ zeytinyağlı mı olur? Liman mı sıkılır? Yoksa hava limonu mu
bulmak lâzım?
Havai limon olur mu? Yani
limonların da serserisi çekilmez. Zihin akışı yöntemine göre yazılmış
hikâyelerin en önemli sorunu tıkanma ve kesintilerdir. Ki bu hallerde total
kollesterolün kollektörlerde löptrikonyumu düşer. Anlayamazsan anlatırlar gülüm…
Kim verecekti lo bu soruları? Biz
babo! Ulan bademcikler de kapmış ya? Yapma başkanım, olur mu yahu? Zirkonyum
alaşımlı tencerelerde GHGHJGHJGKPSS sınavı pişiriyorum abi çok lezzetli oluyor.
-Ya Ammar! Bu gene polikistit mi konuşuyor?
-Konuşamaz! Konuşturmayız Ümmürüveyda’m!
-Çok yiğitsin ya Ammar! Nur-ül şecaatül beyan-ı
dubrukan çok cazip…
-Nur-ül yavrulüm, ben de senin hülkület-ül
kubluteynül maklubenin içine hayranım
Bugün iğrenç derecede poliptiğim,
haberiniz olsun… Sonra “Vay sen nasıl ciddi olabilirsin benim başkanımdan
habersiz!” falan diye zırlamayın…
Tırnağımın içi kir dolu… Ama içeriğin ayrıntısını bilmiyorum. Mesele elektronik
tırnak yapıyorlarmış… Düşünsene; tırnak kirinin muhteviyatını veriyor sana!
Hatta internete bağlanıyor…
Ama mesela “ayıpçı” sitelere girmiyor… Amcaların münasip gördükleri “Besmele
çeken bardak”, “Kapanmanın yüz bir çeşidi…” , “Son türban trendleri” gibi sitelere giriyor, namaz vakitlerinde ezan okuyup “Abdest nasıl
alınır?” gibi bilgileri otomatik veriyor
ve hatta abdestteki yanlışlıklar konusunda anında uyarıyormuş! “Muhterem! Kulağın arkasını unuttun!” gibi…
Hatta daha ileri safhada ki bunun
için ek ücret ödemeniz gerekiyormuş…. Tuvalette yanlış def-i hacet ettiğinizde derhal uyarıyormuş! “Muhterem! Yanlış ayak önde! Topuk yerde olacak! Bakış açısı, 2.7 derece
kuzey… Tamam az daha kaldır… Oldu… Senin şey biraz eğri mi?” vs…
Elbette “hanımlarımız da”
unutulmuyormuş… Tırnaklarına “su geçiren”
oje yaptırıyorlarmış… Said-i Mürdî, “amaney”, “Şeyh Said”, “ İskilipli”
desenli ojeler tam bir çılgınlık halini
alıyorlarmış… Bu suretler, istendiğinde elektronik tırnaklarda ekran koruyucu
olarak da yüklenebiliyormuş ama tabii ücreti mukabili…
“Ay ben İskilipli yüklettim
tırnağıma! Ne yakışıklı di mi?”
“Sorma, ben sakalına hayranım
şahsen! Yoksa Şeyh Said mi yükletseydim
kız?”
İlgili elektronik tırnaklar
mekâna ve cemaatine göre renk değiştirerek derhal sahibini “mobilize” de
edebiliyormuş. Hatta!... Oy verme işini de kendileri yapabiliyorlarmış!
Bir uyandım ki! Aman Allah’ım! Çok şükür,
İrandaymışım!
Bugün mehtap vardı. Bodrum, deniz, mehtap...Tabii seyredebilmek için bodrumdan dışarı çıkmak lazım, hele de penceresi yoksa... Sahilde şezlonglar hemen hemen boş, lokantalar dolu ama. Sevgililer aşklarını mehtapla değil alkolle renklendirmeyi tercih ediyor. Hele arada Patih DALAK 'tan Hayde Hayde şarkısı çalınca 3-5 göbecik attınmı romantizmin doruklarındasın, delikanlıların hasındansın, şansın yaver gitse medyada, basındasın. Artık mehtaba bakıp şiir yazan yok galiba. - Aaa, bak, ne kadar güzel, mehtaba bak - Hıııı.... Belki geçim derdi, belki vatan millet endişesi diye düşünmek istiyorum ama...hemen yanı başımızda çıstak çıstak göbekler atılıyor valla...yandan yandan...seksen doksan... Testere izleyen, doyamayıp 7 çeşidini çektirten bir nesil. Oyunlar bile tuhaf artık. Kulak misafiri olduğum yukarıdaki diyalog 10 yıl sonra - Kurtadam hangi kan grubunu tercih ediyor acaba?- cevabıyla değişir . Hatta şimdi beğenmediğimiz çıstak çıstak müzikleri yerine İbrahim AB gibi değerli san'atçılardan çeşitli iç açıcı küfür, beddua ve kargışlarla dolu san'at es'erleri dinliyor olacağız. Zaman geçiyor, yaşlanıyoruz galiba. Ondan beğenmemeye başladık çağdaş gençleri belki. Nerde o eski erkekler mi ,diyelim şimdi töbe töbeeee....
Kırk küp kırkının da bir tarafı
kırık… Burkulma da olabilir tam emin değiliz ama kanaatimiz hava atma sahamız
içinde yenilmiş bir gol olduğudur.
1.Bu durumda yapılması gereken şey hemoroid
merhemi çiğneyip yaraya tuz basmaktır. Baskı maliyetlerinin azaltılması
için yaraya bandrol basılmaması elzemdir.
2.Pırt sorununun halledilmesi için bütün pırtların
kayıt altına alınması önemlidir. Yoksa Zurnasıtan gombilik bozulur…
3.Hasıraltı edeceğinize hasıryedi yapın bence
daha güzel olur….
Ay Ammar! Bu gene poliptik
yapıyor galiba?
Yapmaz! Yapamaz Ümmübeybudem!
Yaptırmayız! Güzel etkili bir hamkeme kurarız…
Aman Meleke’m kavur balıkları!
Tirinaynom tiri naynom! Balık kavrulur mu lan? Demek balık kavurması da
oluyormuş? Olay şu: Balığı kavurursak kurban etini ne yapmak icap eder?
Zaten kurban etinin buğulamasının
mı yoksa durulamasının mı daha proteinli olduğu sorusu benim yıllardır
kafamı kurcalar. Kafamı öyle kurcaladı ki en sonunda kafam yalama oldu, akıl
fikir falan tutmaz oldu yane…
Altı fırın üstü şişhane binalar
bu yüzden hemen yıkılmış… Neden bey ağabeycim? Şundan dolayı… Fırın fırın
üstüne kurdum binayı olunca fırın gece gündüz çalıştığından binayı ısıtıp
kurutuyormuş. Betonu gevretiyor yani. O yüzden motorun su kaynatmaması için
bence fazla kitap mitap da okumamak lazım sonra beyin gevremesinden “cömterek” oluruz maazallah!
Cömterek bir tür sindirim kanalı
bozukluğu… Zaten hangisi değil ki değil mi?
İşbu sebepten bu akdin tanziminde
karşılaşılması muhtemel husumetlerde Bingazi mahkemeleri yetkilidir. Hacı
Kemkem arası salatalıklı demokrasi… Bir
de parmak arası terlik, üzerine ketçap dökünce muhteşem yeniyor… Ama parmağın
kimin parmağı olduğu mühim! Ay gene
iğrenç iğrenç ciddileştim ben ya!
- - Usame!
-Efendim Ruveydacığ’ım?
- - Bu gene iğrenç
iğrenç poliptik konuşuyor yaaaa!
-De mi de mi de mi? Hakkaten iğrenç konuşuyor
nur-u lisateyül lebelebetül gulguleylim benim!
- - Ay çok romantik oluyorsun böyle mübarek şeyler
söyleyince Usame!
-De mi, de mi, demi?
- - De, de, de… Ahkahkkahkihül mürüdümeytül şukaddes!…
Bir de tarkmayan sarkmayan bi şarkı koyalım mı?
Babalar gibi bir filmin babalar gibi müziği: Huzurlarınızda "Paris'ten Sevgilerle"
Anneler Günü geldi… Gelmeden
telefon etmedi o yüzden gafil avlandık. Bizim derelerde gafilden bol bi şey
yok. Hele mavi kuyruklusu çok süper oluyor.
Merak ediyorum: Ekmekte kepek
makbul de kafada niye değil? Kepekli
kafa daha doğal değil mi ? Hem daha az
kabızlık yapmaz mı? Zaten usul usul, törpülemeden kullandın mıydı salatası
bile olur yani… Mardanel donlu…
Ayrıca kredi notu olayı da kafamı kurcalıyor abi… Kredinin notu mu olur? Ekmek arası kredinin
notu olur mu? Şimdi meselâ seçmeli kredi dersinden kaç alınca kaç oluyor? Hepsi mi gâvur bu heriflerin? Menüleri de beş
Allah kuruşu etmez! Yani yenecek cinsten değil!
Ağzının kıyısında güldane salyalı badem ağabeylere de sonsuz
saygı duyuyorum. Bizim şapkalarımızın içinde ne var biliyor musunuz? İngiliz anahtarı… Yok yok şaka kız! Amerikan anahtarı!
Valla! Bak ta Hogwarts’tan aldık geldik!
- -Ay nasıl aldırmayayım? Nasıl indirimler var
biliyor musun? Chateu Bonné eşarplar sadece on bin dolar! Hacı babama
söyleyeyim de hazır indirim varken aldırayım…
Sanatı sanat için yapanlarla saat
için yapanlara sesleniyorum. Sanat ikisi için de değildir. Sanat sakatat
içindir! Kafanızı toplayın, kıçınızı dağıtın. Kafayı toplayınca mümkünse siyah
poşet kullanın, sonra içindekiler belli olur maazallah!
Kafa derken hani kollarınızın
arasındaki inşaat iskelesi gibi bir düzlük var ya onun ortasındaki yuvarlak
çıkıntıdan bahsediyorum. benimkinin yerini bulmak ne kadar zamanımı aldı
biliyor musunuz? Ya kafamın köşeli olmasından ya da omuz düzlüğünde yeri yanlış olduğundan bilemiyorum artık.
Mahalle imamına gittim. “Senin
bağlı olduğun imam ben değilim” demesin mi? Hayda! Manava gidince problem
çözüldü. meğersem benim kafa iki saatte dolmuyor ama üç dakikada boşalıyormuş!
Anlayacağın hacı benim musluklarda
bir arıza varmış. Kulağımı kıvırdılar iki yandan ana vana ancak kapandı! Allah’tan
henüz belediyeden gelip atık parası istemediler.
Diyorum ki kulağıma hıyar tıkasam
nasıl olur? Büyür mü?
Karnım şişti … Misafirliğe gittik
kötü ettik. Ha babam yüklendim böreğe… Görgüsüzlük açlıktan da beter…
Neyse… Bizim oğlanın kakası yedi
mahalleden koktu. Allah’tan elektrik kesilmedi. Yani elektrik yokken kokular
daha beter oluyor. Desem başım ağrımaz
çünkü saçımı kuruttum.
Altınla dolar düşüyormuş. İnsanın
içi kan ağlıyor. Biri bana parmak sallarsa ne yaparım diye ödüm kopuyor. Çocuğa
Fransız yerine Kolombiyalı mürebbiye tutalım dedik. Ana caddenin ortasından
dere aktığı için ulaşım zor ama olsun…
Saçımın kepeği gene azdı. Elli
defa da dedim. “Kırkından sonra azanı teneşir paklar!” diye dinlemedi. Zamane
kepekleri pek bi arsız.
Kafam kırık değil yeterince.
Kafayı kırmak kahramanların işi… O kahramanlık da benim kredi kartımın
limitinin yeteceği şey değil. Neredesin be Zagor abi?!
Hiç üç yüz kelime falan yazamam
şimdi… Ciddiyet yapıştı kaldı üstüme… Amaaan aman! Sümük gibisin ama şeffaf ve ince…
TTNET’in “Yeteneğe Destek, Yaratıcı Ekonomiye Destek Projesi”yle, gençlerimiz yeni kariyer firsatlarını keşfediyor.
Bilişim sektörüyle tanışan gençler, aldıkları eğitimlerle iş hayatına hazırlanıyor. TTNET, Türk ekonomisine destek oluyor. Siz de bu ücretsiz eğitimler hakkında bilgi almak için hemen tıklayın.
Gece gene geldi iyi mi? Gitmiyor ki vesselam. Emir büyük yerden… Gene ciddiyete saplandım iyi mi? Ne saplantılıyım ben ya? Kazmalı olmak belki daha iyi olurdu ama zaten kazmanın tekiyim…
Tırnaklarım gene uzadı, içleri çer çöp doldu… Yağmura da yakalandım ben bu akşam… Ayağımda spor ayakkabıları, hem üşüdüm, hem ıslandım….
Fener’in durumu ne olur, bilemiyorum… Bardağı kaldırmam lâzım, onu biliyorum. Yerde kıvrışmış bir kitap ayracı duruyor, onu ne yapacağım bilemiyorum.
Sarkan kulaklık kablolarına derhal kuduz aşısı yapılmalı… Yani bana göre…. Evet ben bir bakan değilim ama benim bile kişisel görüşlerim olabilir değil mi? Lokma tatlısının kalorisi nedir bu arada?
Hoparlörleri de birbirinden ayrı tutmakta fayda var… Aralarında kardeş kavgası çıkabiliyor. Mümkünse aralarına mikrofon da sokmamak lâzım…
Dişlerimin arasında sayısız soğan kabuğu…. Ne zenginim bir bilsen ben…. Çok noktam ve az virgülüm var… Lan gece yarısı bağladın şiir koduna!
Ayaklarım buz… Çorabı kaç kat giymek lâzım yahu? İkinci kata belediye ruhsat veriyor mu, asıl soru bu…
Behlül kaçar… Ama ben buradayım, her zaman beklerim anacığım… Tarkmayan, sarkmayan şarkılarımızla bekleriz…
Ay Rukbar bu gene polipotik mi konuştu?
Yok Rubeyba’m, tamemen kaşektik…
Aman öyle olsun… Mazallah sonra dimağımız elden gider…
Sen zaten elimden aldın dimağımı, türbanına hastayım….
Dün kuruyan sabun artıklarının moral bozucu etkisinden bahsetmiştik.
Bugün geğirtinin toplumsal dinamitleri üzerine konuşacağız. Vakt-i zamanın hayr-ül nesebince nefs-i emarenin peşinden giden, hayr- hasenatın kanadından bir tüy koparmak için didinen… Ne diyorum ben ya? Geğirmek iyi bir şeydir. Ağlaya ağlaya bir olursun yahu! Kolay mı?
Kıymalı pidenin geğirtisi ayrıdır, lahmacunun ayrı! Metreyle satılan pideler itibar etmeyiniz, hep kandırmacadır. Eni ip kadar olup dişinizin arasına bilem kaçabilir!
Geğirirken gümüş yüzüklü elle ağzı örtmek iyidir… Gümüş ağızdan çıkan azotlu gazla hafifçe kararır, böylece uzatılmış sakalla beraber daha bir erkeksi hava verir insana… Bu esnada karanfil çiğnemek fevkalâde önemlidir.
Kuzey Kore’de geğirenlere “Çok yaşa “ denirmiş. Desem kim inanır? Dişlerin arasında maydanozların o kaliteli sedatif etkisi! Sormayınız ki hiçbir yerde bulunmaz bu nane ferahlığı. Maydanoz nanenin işgüzar hali ne de olsa.. Yoksa arada fazla bir evrimsel fark yok. Bonzaimin dumanı, yoktur yarin imanı!
Elinizi yıkarken sabunu tırnaklarsanız, tırnak içindeki birikmiş kirleri çok iyi temizlersiniz. Bunu lavaboyu tıkayan sabun artıklarını mıncıklayarak da yapabilirsiniz. Benden söylemesi… Tarkmayan sarkmayan, genizden gelmeyen şarkılarla gene beraberiz. Ahan da size baba gibi bir MFÖ şarkısı…
Ne zamandır yazmıyorum. Kafam kırık olmadığı için değil… Aslında kafanın bir değer taşımamasından dolayı…
Yazıp ne yapacağım ki? Bu yazıyı sarımsaklayıp saklamak mümkün olmadığına göre?..
Şimdi meselâ sabunluktaki sabunu yerine koydunuz ama altında bir miktar su kaldı. Bu su o sabunu durmadan kemirir. Sabunu kaldırınca altında yumuşamış bir yüzey görürsünüz. Bu gıcık bir durumdur. Sonra o yumuşayan sabunlar sabunluğa yapışır, önce çamursu bir tabaka meydana getirir, sonra da adeta kireçleşir. Sanırım Pamukkale travertenleri de hamamların sabunlu sularının katılaşmasıyla oluşmuş… Yani bana göre..
Tabi gene beyin sinir cerrahlarına sormak lâzım, aslını astarını onlar bilir.
Modeme yakın duran hoparlör cızırdar. Bu bir fizik kanunu… Sebebi de hoparlörle modem arasındaki elektromanyetik gıcıklaşmadır. Bunun sabunla ne ilgisi var derseniz, ilgisi şudur. Genellikle tuvalet ampulleri pek berbat yanar. Adamın içini sıkar. Yani bir tuvaletin çıplak ampulünün ışığı insanda bir def-i hacet etmek arzusu uyandırmaz. Dolayısıyla da sabunun bunalımlarıyla arada bir tür tuz biber elektorlitik dümensel dinamo meydana getirir. Olay bu…
-Yasir!...
-Efendim Rübeyba’m!
-Bu adam gene politistik konuşuyor gibi geldi bana?
Tarih milattan önce ve milattan sonra olarak
anlatılır, Vanda şu sıralar her şey depremden önce ve depremden sonra olarak anlatılır.
Depremden
önce Van sokakları ışıl ışıldı. Koca binaların pencerelerinden süzülen ışıklara
bakarken orada bir hayat olduğunu düşünmek çok hoşuma giderdi. Bu pencerenin
arkasında körpe bebek ateşlenmiş anne ve babasını telaşa sokmuş, diğer
pencerede karnesindeki düşük notu babasına gösterirken rengi atmış bir öğrenci
kalbinin atışlarını kulaklarında duyuyordur, güzel avizeli şık perdeli pencerede
bugün belki de görücüye gelinmiştir, ya da ailecek oturmuş dizi izliyorlardır,
demli çaylarını yudumlayarak. Her pencerede bir heyecan, bir hayat vardır.
Pencerelerdeki yumuşacık sarı ışık etrafa sıcaklık saçıyorken, beyaz ışıklara
bakarken içim üşürdü bir az, ev değil de soğuk bir ofismiş gibi gelirdi. Dev
binaları göremezdim, pencereleri seyretmekten.
Depremden sonra ne zamandır karanlık çökmüş şehrin binalarına bakıyorum… Taşa dönmüş devler gibi sessizler.
Ne bir ışık, ne bir ses, ne bir hayat. Her kes bir yerlere gitmiş, ışığını da
yanında götürmüş, heyecanını da, yeknesaklığını da, sıcaklığını da, pılısını
da, pırtısını da… Ne kadar öksüz kalmış bunca yuva, kahkahalar, ağlaşmalar
susmuş, pencerelerdeki ışıltılar sönmüş.
Bugün
bir arkadaşım daha gidecek, ne zamandır ışığını yaşattığı penceresi karanlığa boğulacak.
Arkasında güzel anılar, işler bırakacak. Onu her andığımızda hep beraber
gülümseyeceğiz, bazı sözlerini tekrarlayıp gözlerimizden yaşlar gelene kadar kahkahalarla
güleceğiz. Sonra buruk bir hüzün saracak hepimizi. Çok iyi biri ya, diyerek tekrar
gülümseyeceğiz yine. Van’dan gitse de, penceresinin ışığı kapansa da yurdumun çok
uzak bile olsa başka bir yerinde başka bir pencerenin ışığını açacak, oraya
sevgiyi, dostluğu, mutluluğu saçacaktır.
Fazlayemeyeceksin abi, olay bu. Hadi canın çekti, bir mok yedin… Bari pişman ol, bir daha yeme… Yedinse fazla yeyip de iyice sıvama!
Nerdenaklıma geldi? Tabi şimdi gergenekoncubir kısım adamlar derhal, gemi, memi, yumurta, mumurta, şirket mirket falan işlerine daldığımı, eleştirel meleştriel yaklaştığımı düşüneceklerdir. Hiç alâkası yok! Sizin yemeye cesaretiniz yok hemşerim! Siz öyle yemeye kalksanız geçleri gözünüze uyku girmez… Bak belediyedeki hacı emmiye birselam yolluyorsun, en caizinden cukkayı yiyorsun!
Ben tamamen öğünler arası zamandan bahsediyorum. Yani tost yedikten hemen sonra kebap yemeyin diyorum. Yoksa böyle seksen altı kelime yazıp da tıkanırsınız,canlarım, mincanım… Kahve koydum fincana…
Ammar gene polikik konuşuyor bu münafık… Ne zaman susturacaksın bunu?
“Polikik” değil, politik o Ruveyda’m ayrıç “münafık” değil, münafık ama senin bahrül seddül nuriyetülfındıkül ağzına çok yakışıyor…
Can sıkıntısı kader midir? Mutluluktan yoruluyor muyuz acaba? Bunun dozu var mıdır? Mesela kaç doz mutluluktan sonra sıkılmaya başlarız veya ne kadar acıdan sonra kötümserliğimizi kaybedip şu bardağın dolu tarafını görmeye başlarız? Bence bu konuları incelemek, araştırmak lazım. Zira önemli konulardır. Hep mutlu olmayı hedefliyoruz, ama tam olarak tarifini bile yapamadık...Geçin şimdi Uzak Doğu' nun çekikgözlü , aksakallı dedelerinin söylemlerini... Aynayı yatak odasına koymaz da hemen girişe yerleştirirsen ecceyip feng şui olursun, hatta evine hırsız da girmez, kendi aksini görünce evde birisi var sanıp kaçar....Salondaki çiçeklerini masanın üstüne değil de altına koyarsan var yaaaa....tüm insanların sevgisini kazanırsın...Deli olduğunu sanıp ya korkar, ya da acırlar sana. Benim tafsiyelerim çekikgözlü dedelerin tecrübelerini aşar, zira yerel versiyon. Tütsüye filan da gerek yok, ekstra masraf ve koku...
Belki de dönem dönem gelip gider şu mutluluk. Manik Depresif bir hayat sürüyoruz, haberimiz yok. Mesela normalde üzülmemiz gereken olay manik döneme denk geldiği için mutlu oluyoruz ve tersi. Amaannn, bu konular benim minnacık beyinciğimi aşar ayol. Fakat şöyle yerli malı bir bilim insanı görürsem şahsen konuyu araştırmasını isteyeceğim. Düşünsenize ne kadar rahat ederiz o zaman. Hatta ben konuyu direk Yetkili Merciilere ileteyim...Hayden hoşca galın, ey bakın kendinize... Bu sefer yerli malı, yurdun malı olsun şarkımız
Ne vakittir yazmıyorum. Kitlem beni özlemiştir herhal? Özlediniz mi canlarım? İyi de bunun Almanca’sıyla Rusça’sını nasıl yazacağız? Dükkânın en sadık iki okur kitlesi Alman’lar ve Rus’lar…
Bugünlerde markete ne zaman gitsem illâ bir şey unutuyorum. Unuttuklarım da en gerekli olanlar ha! Meselâ kapı-pencere bandı. Yahu alttan alta üfürüyor,kış günü, alsana şu mereti değil mi?
Sonra misal, çeğerdek.. Çekirdek miydi o ya? Onadna işte! Bir evin en hayatî besini değil midir çeğerdek! Eskiden haftada bir eğlence programları olurdu. İki şarkıda bir falan skeçler… Abi şimdi her yanımız eğlence! Esra Abla’yla şanzıman yenileme… İkbal Abla ile “N’olur Evlen Benle!”… İbo ile tuzlu kavrulmuş fıstık tadında, bol felsefeli, Allahlı kitaplı talk pudralı “show”lar…
Bir de bunların “muhafazakâr” olanı var… Programın adı “Muhabbet Doğraması” mı neydi? Amcamın biri çıkıyor , bildiğin Cuma vaazı ediyor, arada “Hadi siz sorun ben de söyleyeyim!” mealinde gülerekten yemeğe tuz atarken hangi dualar edilir falan gibi tadından yenmez nükteler, uygun sorulara, uygun cevaplar… Arada “Hadi eğlenelim, coşalım!” kıvamında ilahilerle, el çırpmalar, “ Ay ne güzle muhafazakâr muhafazakâr eğlendik!” tatmini…
Çeğerdek diyordum… O olmasa maazallah halimiz nice olurdu? Arada onun çıtırtısı olmasa kafayı yerdik yahu maazallah! Kebaptan güzel be!
Ammar ne diyor bu gene be?
Ruveyda’m, konuşuyor işte, salak salak, boşver!
Ay Ammar nasıl boşvereyim, adam bildiğin münafık, zındık, dındık, fasık fusuk… Ay öyle miydi, unuttum ben canım?
Tam değil ama senin güzel ağzından ne güzel geliyor… Lisanü-ül bülbülüteynül nur-ül gulgulem!
Ay ne caiz şeyler söylüyorsun böyle Ammar, içim bir hoş oldu… Ama şu herifi susturun artık, olmuyor, böyle… Poliptik geliyo bana… Domokrasimizi domduracak maazallah!
Hiç istemediğim bir ciddiyette bir yazıya bu gün başlıyorum… Yarın başlasam sorun olurdu… Ertesi gün başlayacak olsam söz olurdu… Sonra siyah giymek icap ederdi. Amma velâkin o zaman da Cem Yılmaz üstadın tahtına göz dikmek tehlikesi var ki hepten sakat! Adamın gidesi yok! Ne yapacağız? Kafa kırık ama hâlâ biraz çalışıyor… Ben de istemiyorum bulgur beyinli milletim, ben de sizin gibi olmak istiyorum, olmuyor!
Nereye baktığını anlamadığımız bir bakan “Atatürk’ü kanunla sevdiremezsiniz!” demiş… Ya da buna benzer bir şey… Hayır kanun var da ne oluyor ki zaten ? Merhuma Diktatör mü, katil mi, ırkçı mı dediğiniz kaldı ki?
Bizim evin kapısında bir makine var, kulağımızda yeterince Atatürk sevgisi var mı yok mu diye kontrol ediyor. Yetmezse gidip kontör alıyoruz, eve öyle giriyoruz. Öyle ki kontör azaldığı halde eve girmeye teşebbüs halinde ilgili kanunun 356. Maddesi gereği kulağımızın tozun tozuna tozutuyorlar. Ben şahsen çok şikâyetçiyim. Koskoca memleketi kurtarmış! Bana mı kurtardı ki?
“Türk Milleti zekidir, Türk Milleti çalışkandır!” demiş… Ya Bodrum’daki Almanlar ne yapsın? Didim’de İngilizler fevkalâde gocunmuşlar! Sormak lâzım şimdi merhuma “Paşam siz bu memlekette hiç yabancıların olduğunu, Türk falan deyip de onların gönlünü kıracaksınız, maazallah! Tamam kurtardınız ama bırakın artık şu Türk mürk lâflarını maazallah ırkçı olduk, çıktık! El yüzüne bakamaz olduk… bak takkem bile tepem de durmuyor… Pençe pençe yanaklarım daha da kızardı!”
Peygamberi koruma kanunu yokmuş! Hani peygambere hakaret eden biri vardı ya emmi! Hatırladın mı? Hani ağzınızı açıp iki laf edemediydiniz, hatırladın mı? “ Danimarkalı adam, yazar da çizer de muhterem! Adam insan haklarında bizden önde… Hem belli olmaz geçenlerde bir ihaleye girdik, Allah sizi inandırsın - inşallah hidayet nasip etsin size de, tipiniz zira biraz münafık, fasık gibi, bir adım ötesi mazallh-ül şahana kafirlik, inşallah siz de bizim gibi inanırsınız- ne diyordum? Haaa! Şimdi ne diyeceksin adama? Kanun mu var bu konuda? Kanun olsa tamam!”
Hacı emmi, siz Alman mısınız? İngiliz miydiniz yoksa? Hayır hangi memlekette yaşıyorsunuz onu merak ettim de ondan . Evet… Ben size sonuna kadar katılıyorum! Bu Türkler de fazla oluyorlar canım! Memleketi kendilerinin sanıyorlar! Mankafa mıdır nedir bunlar canım?! Bu kadar olmaz ki! Yeter ama artık yahu, yeter! Bırakın kardeşim, ben misk-ül anberli muahafız-üllüblübe-i nuriyet-ül cukcuka içinde Katar kutar ihale alıp gideceğim yahu! Siz birini seviyorsunuz diye ben de mi sevmek zorundayım canım? Aaaa yeter ama! Öğğ! Bak söylerken bile midem bulandı: “Türk”
Olur mu hiç canım? Seni kanun zoruyla sevemem ya Akda’m! Öyle pis pis zındık hukukuyla olur mu hiç?
Ay gene poplitik yaptın Muaviye! Bari nişan yıldönümümüzde bana Gucci’den bir eşarp al! Bir de şu pis pis şeyler yazan adam hiç hoşuma gitmiyor…
Almam mı ? Hele şu televizyonu da kapatalım… Allah verdikçe veriyor nur-u gulleytenül marazm! Sen merak etme hacım emmimleri koruma kanunu çıkarırız inşallahül azimüşşan, hemen şettiririz.Hem o poplitik değil, politik olacak nur-ül şerbetim…
Hayat devam ediyor, arkadaş. Tüm dünya üstüne geliyor, sen inadına yıkılmadın ayaktasın. On beşlik kızını 70lik dedeye veriyon, bir şekilde kimseye yaranamıyon evini ,işini yakıp yıkıyorlar, her kes tek eşinden veryansın ederken sen 2 karının dırdırını çekiyon, evde huzur yok, işte para yok, bağırıyon, çağırıyon ama yine de yaşıyon. Ali Rıza Bey Ali Rıza olalı böyle çile, böyle mezalim görmedi anam. Bu nasıl bir hayatdır? Devam ediyor, sen devam etmemesi için dua edecen her bölüm, her bölüm...
Bizim millet kebabı sever, acıyı sever, ağlamayı sever...Ama her gün yenmez ki kebap...Her gün, her öğün biber acısı da usandırır. Her gün ağlamaktan da sıkılır insan bir yerde. Yıkılmadım ayaktayım tripleri sinema filmlerinde çok hoşşşş. 1-2 saat ağlıyorsun, ohhhh içini döküp rahatlıyorsun. Ama dizi olunca iş değişiyor, her hafta, her hafta birbirile konuşmaktan aciz insanların duygusal felsefi monologları insanı depresyona itiyor vallahi...Acıyı seviyoz da, bu kadar değil.... Ne bileyim, bu dizilerdeki insanlar hiç mi mutlu olmaz ya? Seyirciye de yazık ama...Bir çeşit kebapçı tekniği sanırım, acısı bol olunca tadının farkına varamıyon etin...Aynı kural diziye yansımış galiba...Neyse, bunalıma girdiydim de sizlerle paylaşayım dedim. Hem reklamın iyisi, kötüsü de olmazımış...Dolayısıyla eleştirimiz bir çeşit reklam da oldu.
Adetteniş şarkı sunmak tatlı niyetine. Acılı kebabın üstüne şöööööle kaymaklı kadayıf iyi gider. Fakat şimdi kebap veya kadayıf üzerine şarkı yayınlasam yönetici aforoz eder beni...En iyisi acıklı bir şey yollayayım
Melul bakışlarıyla bakan bir amca “Çeşitli kurumlarda çalışan 70 bin öğretmeni geri çağıracaklarını” söylemiş…
Hacı emmi? Memlekete bunca yıldır neden öğretmensizlikten kıvranıyordu be yau? Deyiver, bakam bi’?
“ Aslında bu öğretmenleri biz kuluçkaya bıraktıydık, yumurtlayanlarını aldık, ötekileri kesime yolladık, bir kısmının sütünü sağdık, diğerlerinin derilerinden istifade etik…Öğretmenlik yan gelip yatma yeri değil! Yan gelip yatırırız, sonradan kaldırırız. Kadroyu meşgul etmesinler daha yeni sağımlıklar gelecek, arpalığı işgal etmemek lâzım! Hıoşşş1 Hocam, arkayı fulle! Yakın dur, yakın… Haşşöyle!”(Alıntı değil, dalıntıdır...)
Bir başka büyüğümüz: “Bugün Fransa konusuna girecek değilim, o konuya Fransızım!” demiş. Abi nasıl bedii bir cevap bu ya! Gözlerim doldu! “Konuya Fransız olmak!” Kim?... Gel de yarılma… Bu memlekette ensevilen yemeğin neden karnı yarık olduğunu şimdi, şu anda anlamış bulunmaktayım!
Hacı emmi! Sizin herhangi bir mevzuya Fransız’dan daha yakın olduğunuzu bu güne kadar görmedik ki zaten! Baş örtüsü muhtemelen Goyard veya Versace, çanta Yves St. Laurent, takım muhtemelen Pierré Carden… Fransız markalı dindarlıkla zaten pek de yurdum insanına benzemiyordunuz. O açıdan, biz alışığız zaten sizin Fransızlığınıza, merak etme sen. Strassbourg’taki yeğenleri öperiz. Muhtemelen Maraş’ta totoşuna tekmeyi yiyen akrabalar vardır, şindi vakıflarla falan geri de getirirsin sen onu…
Ay Ammar! Gene pis pis poliptik konuşuyo bu ya! Münafık mıdır nedir?
Poliptik değil de politik olacak herhalde?
Ay o kadarcık yanlışlığımız olsun de mi?
Boşver sen o fasıka, Rubeybe Allah’ın iznü Zişan-ı maişet-ül nur-u düldülesiyle susturacağız bunları…
Ay n’olur sustur Ammar, ben çok korkuyorum. Çok güzel bir ipek seccade buldum geçen gün Victoria’da antikacıda, yalnızca beş bin sterlin! İzdivacımızdan önce alırsın değil mi? N’olur, n’olur!
Tamam nur-u bülbülü m benim, almaz mıyım? Hele şu son ihaleyi de alalım, hacı babamın eliyle… Seccademizi serdiğimiz yerde, o güzel vatanımızda, o güzel leydilerin arasında nur popu gibi çocuklarımız olur inşallah!
Leydileri karıştırma istersen Ammar?
Ay çok pardon-u nurgürültül asabiyyye canım…
Zihniyet-ül hububat milletim benim! Fagaceae’den hallice karbonhidrat nationım benim! Tarkmayan, sark(oz)mayan şarkı dinleyin de kendiniz egelin, Fransız kalmayın!
Red Hot Chili Peppers abimlerden yolladılar, selam ettiler... Yersen!
Bir bakanımız, bakmış, bakmış… Rusya’da kızları güzel bulunca : “Kültürlerimiz çok yakın… Rus gelin alın!” demiş… Nasıl olsa vizeler de kalktı, on tanesi yüz kuruşa seksen yumurta kaç gelin ediyorsa gidip alıyorsun abi! O derece kolay yani!Ayrıca neredeyse her biri, dört kadın gücünde…. Dolayısıyla “Türk aile yapısına çok uygun oluyorlarmış”…
Sonra gerçekten kültürlerimiz çok benziyor… Katarlı kutarlı çarşaflı, marşaflı kadınlarımızla Rus kızları nasıl birbirine benziyor, inanılmaz yane! Tabii bakanımızın da bakmayıp da yan gözle süzenimizin de dibi düştüğü için olsa gerek araya kültür mültür mantarı sıkıştırıp çöp çatanlık etmiş hacı emmi…
Yakında herhalde sarı saç desenli türban da çıkar ?
Ay kız geçen gün bir Anastasya modeli türban gördüm, nasıl güzel, nasıl güzel…
O da bi şey mi ayol ? Ben bir Olga kızılı türban buldum, şöyle afrolu desenli, görenin ağzı açık kaldı!
Kimi en az üç gol istiyor, kimi Kürt gelin – daha önce hiç evlenmediğimiz için biz, sağ olsunlar- tavsiye ediyor, kimi hacı emmi de Rus lezzetlerini öneriyor. Mutfak geniş yani!
Bir başka haber de başka bir bakanımızdan… Ülkemizde faaliyet gösteren yabancı firmaların da “bizim” firmalarımız olduğunu söylemiş… Sen öyle diyon da hacı emmi, bakalım onlar öyle diyor mu? Yakında pasaportlardaki çipler:
“Ay çok pağdon! Çipinizi izleyen lö opeğatöğ, hattı açık unuttmus!”veya “ Çipiniz milliyet ağızası veğiyor, la soyunuzu inkâğ etmek için biğe, lö ülkenizi bölmek isin bana basiniz! Hahahay! Ayol sok sakaciyim löğ ben!” derse umarım şaşmazsın hacı emmi?
Neyse, gele gele geldik Türkmen Ovası… Tarkmayan, sark(oz)mayan, şarkılarımızla gene sizinleyim bulgur korteksli hububat nationım benim! Öptüm hepinizi… Gerçi bana kadar sizi öpen çok ama kulağa bulguru tıktın mı hiçbir şey hissetmen sen… Al sana şarkı!
Aklıma ne estiyse yazacağım . Bugün böyle. Hatta bundan sonra hep böyle, arkadaş. Gel gör ki başlık olarak ne yazsam, diyerekten yapıştım mı koltuğa? Yahu ne koysam ki başlığın adını ? Bir an adını Feriha koyasım geldi, sebebini çözemedim. Sonra adı Feriha olmayanların üzüleceğini düşünerek vaz geçtim.Siz koyun adını. Bu sefer de böyle olsun.
Acayip sevdim şu "esefle kınıyorum" ifadesini. "SF le Kınıyorum" şeklinde de yazılabilir mesela.Son dönem bir çok önemli kişi Fransa Parlamentosu'nun inkar kararını SF le kınıyor. Benzer konularda bir çok kararı, eylemi SF le kınadık, pek faydası da olmadı sanki. Acaba Dextroz'la filan kınasak, sonuç ne olur acaba? Baktık olmuyor, %5, %20 lik Dextrozlarla kınasak da bir yere varamıyoruz, Ringer Laktat deneriz, ne bileyim sonuç alana kadar tüm serum sıvılarını deneriz. Denemekten zarar gelmez...
Biri doktora gelmiş "alt solunum yolu enfeksiyonum var" demiş...Belli, adam eğitimli, solunum yolunu bilmesi yetmiyormuş gibi alt ve üst olarak da sınıflandırmış malum yolu. Doktorun "Şikayetiniz ne , efendim?" sorusuna gelen cevap " idrar yaparken yanmam oluyor." Sakın, sakın hatta Muhteşem Sülo'nun dediği gibi zinhar gülmeyiniz veya dalga geçmeyiniz. Demokratik ülkede eğitimli ve bilinçli hasta neresinden soluyacağına kendisi karar verir. Üffff yaaaaa.Tam bir şey yazacaktım, aklımdan çıktı, şimdi takamıyorum ...üffff.
Bugün çok yoruldum, varlığından habersiz olduğum bir çok kasım sızlıyor, bir de üstüne promosyon olarak nezleyim." Yıkılmadım ayaktayım " demek isterdim delikanlıca, fakat hasta ve yorgunum diyorum maalesef...