Tırnağı dibinden yemişim nasıl
acıyor anlatamam! Amanın! Tırnak makasını nereye attım, bilmiyorum. Halbuki
güzel de bir makas aldıydım, mübarek, titanyum gibi şöyle delikanlı
matlığında...
Molekül yapısı mı? O ne ya? Ben
kelimeyi zor heceliyorum, anlatabiliyor muyum? Hepsi bir araya gelince ortaya alengirli bir şey
çıkıyor abi! MOLEKÜL! Oy oy oy!
Nereden geldik buraya ya? Ha onu
diyordum... Diyor muydum ya hakikaten? Ama
yani, Atatürk Orman Çiftliği'nde ayakta ama mutlaka ayakta kokoreç
yiyeceksin! Ayakta yemenin hikmeti şu: "Abi aman ha kaçmasın!" tatlı telâşıyla şöyle
kıpır kıpır, mırıl mırıl bir şirinlikle
tıkacaksın ağzına, olay bu! (Nereye kaçacaksa? kaçabilse zaten kokoreç olmazdı
hayvancağız...)
Alın bunu verin kaneviçeye kafayı yesin zibidi!
Derhal Vekil-i
kelle-i suzannaamız...
O ne lan?
Suzanna mı dedim? Çok pardon... Haremden kaçtı... Hay ağzıma...
Mühim değil, arada cellada uğra, selamımı söyle...
Biraz işim vardı ama sonra uğrasam ? Olmazsa e mail atarım ben ona?
Böyle olmayacak, sen kafanı uzat ben icabına kendim bakıcam...
Anaaaaam!
Gel gel...
Yahu nerede bu Rubeyba ile Ammar, kardeşim, ne güzle meşgul ediyordu
milleti....
O sırada ben çiftlik kavşağındayım... Teybe Çankırılı
Tangut koydum, bir yandan dinliyorum bir yandan satranç oynuyorum, tamam mı?
Fil şöyle çaprazdan çaprazdan geliyor ama nasıl?! "Birader, hayvanat
bahçesi az ileride!" dedim, tırıs tırıs döndü gitti.
Bugün de bir programın sonuna
geldik sayın seyirciler. Ama beşerli
sayın sonradan sıkıntı oluyor, biliyon mu? Çüş
hacım, öptüm... Almanca öyle deniyordu değil mi? "Çüş!"
Tarkmayan, sarkmayan şarkıların adresi, gönüllerin efendisi, bülbüllerin cimcimesi, aşkın buluşma yeri, parkların en mutenası, otogazsız arabaların gaza geldiği muhteşem blog!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder